9 Şubat 2010 Salı

İngiliz Seyyah Richard Davey'in Bursa Üzerine Yazdıkları


Öyle yerler vardır ki doğal ve mimari güzelliklerinin tarifi imkansızdır.Bu yerler arasında benim gittiğim ve hayran kaldığım yerlerden biri de Bursa'dır.Osmanlı İmparatorluğu'nun eski başkenti olan bu şehir,M.Ö 200 yıllarında Hannibal'in Bithynia kralı Prusias'ı ikna ederek Olympos'un (Uludağ) eteklerine kurulmuştur.



"Zeus'un tahtı"nın genel görünümü devasa boyutlarda dahi olsa,resim güzelliğindeki İngiliz kasabasını çevreleyen tepecikleri hatırlatıyor.Doğal görünüm neredeyse tıpatıp aynı,fakat benzerlik orada bitiyor.Bursa çok büyük ve gösterişli,Malvern ise sadece şirin.



Bazı yazarlar Zeus'un sarayının bu Olympos'ta olmadığını iddia etselerde ben burada olduğuna inanmaktayım.Kanaatim odur ki,dünyada başka hiçbir dağ,tanrıların ikameti için bu kadar uygun olamaz.




...Ve nihayet Hotel D' Anatolie'ye vardığımızda yemekten hemen sonra dışarı çıktım ve Bursa'nın dar sokaklarındaki ilk gezintime başladım.Hemen farkettim ki Doğu'da da resimsi güzelliğe zarar vermeyen bakımlı yollar ve temiz caddeler bulmak mümkün.O yürüyüşü asla unutamam!Harika bir akşamüstüydü.Hava sıcak ve sokaklar temizdi.Bu sokaklar her köşede yeni bir resim yaratıyorlardı,özellikle Beyoğlu'nun tekerlek delikleri ve çukurlarından sonra.Burada devasa İsviçre şelalelerine benzemeyen,bazen minareleriyle ve kubbesiyle ulu bir caminin silüetini bozan çok güzel cumbalı ahşap Türk evleri vardı.



Pazar, cennetin rüzgarlarına açıktı.Bu pazardan alınması gereken ilginç şeyler var.Fakat bana öyle geldi ki,pazarın büyük bir kısmı Bursa kumaşı ve havlusu üreten Fransız ve Belçikalılara kaptırılmış durumdaydı.Özellikle mobilya kaplamada kullanılan çizgi satenler,eski kalıplar ve boyalar kullanılarak tekrar üretildikleri için beni çok etkilediler.Fakat daha sonra Türk kadınlarının nadiren bu kumaşları satın aldıklarını ,daha çok Manchester pamukluları,Torino ve Lyon ipekleri gibi daha zengin görünüşlü ve daha sağlam Avrupa mallarını tercih ettiklerini öğrendim.Bursa'da üretilen ipeğin tamamına yakını ihraç ediliyordu.Korkarım,her ne kadar hiçbir dönemde şimdiki kadar güzel tülbentler ve bezler üretilmediyse de,renkler ve tasarımlar sanatsal güzelliklerini kaybetmişler.




High Street'e döndüğümüzde (otele giden yola bu adı verdim)bir yahudi bayramının arifesi olduğunu ve burada yahudilere ait pek çok evin ışıklandırıldığını gördük.Pencereler açık olduğundan bu eski kıyafetlerini giymiş ve yemek yemek üzere toplanmş aile tablosunu izleyebiliyorduk.Her sofranın ortasında,Finlandiya ya da Hollanda'da her pazar yerinde görebileceğimiz lambalardan bulunduğunu fark ettim;bir kütük ve ucunda gagavari bir burun,tam anlamıyla antika,eski dünyaya ait bir lamba.Yine de çok iyi bir aydınlatma aracı olduğu söylenemez.Sinagog da sayısız şamdan ile aydınlatılmıştı ve içeride keyifli bir kalabalık şarkı söylüyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder