9 Şubat 2010 Salı

bursa telefiriği

  • Türkiye'deki ilk teleferik, Bursa kent merkezi ile Uludag Milli Parki arasinda ulasim saglayan teleferiktir. Bursa sehrinin sembollerinden birisi olmustur.

  • Yapimina 1958 yilinda baslanmis, 29 Ekim 1963'te kullanima açilmistir. Isviçreli Von Roll firmasina yaptirilmistir.

  • Teleferik, Bursa'nin Teleferik semtinden 20 dakikada bir kalkar. 30 kisilik kabinler ile önce 1235 metre yükseklikteki Kadiyayla'ya gelinir, orada kabin degistirilir ve 1621 metre yükseklikteki Sarialana'a giden kabinlere binilir. Yolculuk her iki kademe arasinda yaklasik 8'er dakika sürer.

  • Teleferigin ilk duragi olan Kadiyayla'da sadece durak binasi ve hediyelik esya dükkani vardir. Sarialan'da kir gazinosu, hediyelik esya satis dükkanlari, piknik alanlari, et-mangal lokantalari, bungalovlar, çadir alanlari gibi tesisler bulunur.

  • Daha ileri gitmek isteyenler, Sarialan'dan minibüse binerek 7 km. uzakliktaki Oteller Bölgesi'ne gidebilir. Yazin 1750 metre yüksekilikteki Çobankaya'ya gitmek için telesiyeje binmek de mümkündür.

  • Teleferik hattinin uzunlugu 4817 metredir.

  • Teleferik ile kayak takimlarini tasimak yasaktir. Bu nedenle sadece piknik ve doga yürüyüsü gibi amaçlarla Uludag'a gidenler teleferigi kullanir, kayak için gidenlerin karayolu ile ulasimi tercih etmesi gerekir.

  • Hattin Oteller bölgesine kadar uzatilmasi için 2006 yilinda baslanan çalismalarin 2 yil içinde tamamlanmasi planlanmaktadir. Bir Avusturya firmasinin üstlendigi teleferik projenin tamamlanmasi ile Oteller Bölgesi'ne 22 dakikada ulasim mümkün olacak, hattin uzunlugu 8,5 metreye çikacak ve Bursa, dünyanin en uzun teleferik hattina sahip olacaktir.

  • bursa sarı kız efsanesi

    Sarı Kız efsanesi
    Bir tarihte, Uludağ’ın ya şu, ya da bu yamacında yeşilliklere gömülmüş bir kulübecik, içinde de bir ihtiyar ana, anacağızın da sarı bir kızı varmış. Sarı kızının da sarı bir ineği.. Bu ineğin bir memesinden süt, bir memesinden bal akarmış. Altın saçlı, ayva tenli, yakut dudaklı Sarı Kız, bir gün, aşağıya, sarı ineğin yanına inmiş, yine sütünü içip, balını emecekmiş. Bu sırada derinden derine, inler gibi, dokunaklı donuk bir ses duymuş:

    - Sarı Kız, Sarı Kız! Ha geldim ha geliyorum. Ağlayarak mı geleyim, çağlayarak mı?

    Sarı Kız, ürpermiş, titremiş, soğuk soğuk terler dökmüş, koşmuş anasına, atılmış kucağına. Hüngür hüngür ağlamış. Başından geçenleri bir bir anlatmış. Anası:

    - Bu ses boşuna değil. Var bir hikmeti. Bir daha duyarsan cevap ver. Bakalım ne olur?

    Sarı Kız akşama değin, korka korka ineğinin yanına inmiş. Çevresine bakınmış, kimsecikler yok.. Derken bir uğultu, bir gürültü. Aynı ses:

    - Sarı Kız, Sarı Kız! Ha geldim ha geliyorum. Ağlayarak mı geleyim, çağlayarak mı?

    Toplamış Sarı Kız kendini:

    - Çağlayarak gel, deyivermiş..

    Sen misin bunu diyen? Kayalar çatlamış, taşlar yarılmış. Bir su, bir su çağlamış ki köpük köpük, önünde durulmaz. Sarı kız köpüklere belenmiş, büklüm büklüm sarı saçları çözülmüş, tel tel yayılmış.. Alev alev yüreciği sularda erimiş.

    Sular, onun saçından sarı, onun yüreğiyle sıcakmış.

    İşte Bursa kaplıcalarının efsanesi böyle.. İçerisindeki erimiş kükürt ve kimyasal maddeler yüzünden sarı ve sıcak, bu sular, Yeşil Bursa’nın kehribar güzeli.. Bursa, yüzyıllardır bu güzele hayrandır

    Cennet burası efsanesi

    Bursa, ne sadece Uludağ'ın eteklerinde bir al ipek; ne de, Uludağ'ı kucaklayan bir yaprak denizi...Burası üstünden yüzyılların bir su gibi akıp geçtiği "bir tarih şehri"; ve dil, duygu cehveriyle dolu bir "folklor hazinesi" dir ve mutlaka, insan ruhunun yeşile hayranlığından doğmuştur.ancak bir bakışa göre, bu hayranlığı ilk duyan insan, ordularını kurban verdikten sonra gelip "Bitinya hükümdarlığına sığınan Kartacalı Anibal'dir.Bir bakışa göre de, Uludağ'ın tepesine tacıyla tahtıyla bir kuş gibi konan Hazreti Süleyman'dır! Birincisi bir tarihçi görüşü, ikincisi bir folklorcu inanışıdır.O görüş bir destan; bu inanış bir efsanedir...o destanı tarih dedeye sorun; bu efsaneyi de bir masal babasına...

    Cennet Bursa Efsanesi

    Vaktiyle her Süleyman'dan içeri bir Hazreti Süleyman varmış; alnında peygamberlik nuru yanar, başında hükümdarlık tacı parlarmış; Allah ona "mührü Süleyman" derler tılsımlı bir mühür ihsan etmiş; bu sayede dağa taşa hükmeder; kurda kuşa sözü geçermiş...Oturduğu taht desen ne altın, ne fildişi; ya cin, ya peri işi bir tahtırevanmış! Dur derse durur; yürü derse yürür; uç derse uçarmış.Böylece dünyanın dört bir yanını dolanır; ağlayanla ağlar, gülenle gülermiş.

    Günlerden bir gün tahtına kurulur; sağ yanına sağ vezirini, sol yanına sol vezirini alıp havalanır göklere...Dağlar eğim eğim eğilir; yollar erim erim eriri; bir göz yumup açıncaya kadar gelir, dağların dağı Uludağ'ın tepeciğine iner, bakar ki, ne baksın! Bu dağın bir kanadı ses, bir kanadı renk; bir kanadı su, bir kanadı ışık!

    Hazreti Süleyman:"Yaratan neler yaratıyor!" diyerek parmağı ağzında kalakalır.Neden sonra kendine gelip sağına döner, sağ vezirine:

    "A benim vezirim; sen çok gezdin, çok gördün; imdi dünya gözüyle bakınca bu yerleri nasıl görüyorsun?" diye sorar.

    Sağ vezir: "Ey benim sultanım, efendim; Allah her güzelliği buraya vermiş ama bunları görüp duyacak, derleyip koklayacak biri olmadıktan sonra neye yarar? deyince, Hazreti süleyman bu söze mührünü basar.Sonra sola dönüp sol vezirine:

    "A benim vezirim; sen çok yaşadın, çok bilirsin; dünyada bu güzelliklerden üstün bir güzellik daha var mı?" diye sorar.Sol vezir da aynı dilden cevap eyleyip:

    "Var sultanım, var! Öyle ya, dal dal ötüşen kuşların sesi güzeldir ama, gönül yaylasını saran insan sesi daha güzeldir...Burcu burcu kokan güller güzeldir ama, hiçbiri gül yanaklar gibi domur domur açılmaz...Şu uçsuz bucaksız mavi su güzeldir ama, bir damla gözyaşının, yanan yüreklere verdiği ferahlığı veremez.. Şu pırıl pırıl gökyüzü güzeldir ama, hiç bir ayın ondördü sultan gibi, ay ile bahsedip gün ile doğamaz..." deyip kesince, Hazreti Süleyman bu söze de mührünü basar ve son sözü kendi alır:

    "Ey benim vezirlerim; ikiniz de ağzı öpülecek adamlarsınız; bu yerlerin bir 'insan' eksiği var.Dediğiniz gibi bu güzellikleri görüp duyacak biri olsaysı, ya dile getirir, ya tele getirir de, böyle kaybolup gitmezdi, bu bir! Üstelik bunlara her güzellikten üstün bir de insan güzelliği katılırdı, bu iki!

    "İmdi, siz de benim bu sözüme bir 'mim' korsanız, şu yaylaları yurt edinelim.. Bir saray yaptıralım, köşkü beraber; içinde bahçesi, suyu beraber...Bu saraya güzeller güzeli Belkıs'ın tahtını kuralım; bu bahçeye de dilediği gülü, bülbülü konduralım ve lakin köşkün anahtarı bende kalsın!"

    Vezir vüzerası mim koymaya kalmaz; dağ taş dile gelip: "Belkıs, Belkıs!" diye inim inim inler...

    Hazreti Süleyman o saatten sonra tezi yok, perilerini başına toplayıp onlara danışacak olur, ama perilerden bir peri, niyetini gözünden okuyup ağızsız dilsiz anlatır ona:

    "Ya Süleyman; 'Can kavmi' derler bir kavim vaktiyle buralarda bir şehir kurmuştu ama 'Cin kavmi' dedikleri kavim de bu şehre göz koymuştu.Bin yıl dövüştüler durdular ya, son sonu ne onlara kaldı, ne bunlara; tufan erişip sular altında kaldı şehir! İşte bu dağın eteğinde gördüğün göller, göl değil, o tufanda göllenip kalmış sudur; o şehir de, sözüm ona, bu göllerden birinin altında yatıp duruyor..." deyince, Hazreti Süleyman mührü Süleymanı basar, vüzerası da birer mim kor bu söze...

    Bunun üzerine su perileri sulara dalar; gölleri boşaltıp can şehrini ortaya çıkarırlar.Dağ perileri de dağlara tırmanır, getirecekleri kadar getirip, mermer taş, mermer direk bir saray kurarlar, köşkü beraber, bahçesi, suyu beraber.

    Periler bu hayhayda iken, Hazreti Süleyman kuşun kanadıyla her yana haberler gönderip cümle ela gözlüleri buyur eder.Nerde var nerde yok, ela gözlüler de gelir, bu şehre yerleşir; Belkıs Sultan da varıp sarayına, tahtına kurulur; şehir şehir olur, saray da saray!

    Sağ vezir bunu sağ gözüyle görür: "Cennet burası!" der; meğer sol vezirin bir kulağı biraz ağırmış; bu sözü "Cennet Bursa!" anlamasın mı?

    O gün bu gün, bu şehrin adı "Bursa" kalır.Şehrin anahtarı kendisinde ya, Hazreti Süleyman da yılda bir kez olsun, felekten bir gün çalıp Bursa'ya gelir, Belkıs Sultan'la murat alıp murat verir.

    Eh fani dünya kimlere kalmış ki onlara kalsın, ömürlerini yakalarına dikmediler ya! Bir gün ikisi de bahtını yellere, tahtını ellere bırakıp bu dünyadan göçüp giderler, ama gel zaman git zaman, Bursa, Bursa olarak kalır.

    BURSA’YA

    BURSA’YA
    Yazı : Mustafa Göleç
    Fotoğrafçı : Halit Ömer Camcı


    Bursa anlatılmaya kelimelerin acziyetini itiraf ederek başlanabilecek bir şehir.
    Ama Bursa’yı iyi anlayanlar ve anlatanlar var.
    Onlara kulak vermek gerek Bursa’ya varmadan.
    Evliya Çelebi mesela. İki kelimede özetliyor Bursa’yı: “Ruhaniyetli Şehir”
    Keza Osmanlı’nın son devir büyük devlet adamlarından biri, Keçecizade Fuat Paşa, “Dibâce-i Devlet-i Âl-i Osman” diyor Bursa için. Yani Osmanlı Devleti’nin önsözü.
    Evliya Çelebi Bursa yolculuğuna çıkarken şöyle diyor: “… taht-ı kadim olan Bursa şehrini temaşa edelim. Ola ki mahzun gönlümüz şâd, gam-kin hatrımız âbâd ola.”
    Gezgin ozan Karacaoğlan’ın Bursa için şu mısraları söylediği rivayet edilir:
    “Haktan m’olur nu yerlerin yapısı
    Evliya mekânı murat kapısı
    Aldı beni güzellerin kokusu
    Kokar menevşesi, gülü Bursa’nın.”
    Son olarak Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şahitliğine bırakalım sözü: “Bursa bir dış değil, içtir.”
    Şimdi Bursa’yı böyle kısa ve özlü anlatanların peşine düşelim. “Çınar’ın doğduğu şehri” görelim. Sözü uzatarak da olsa Bursa’yı anlamaya ve anlatmaya çalışalım.



    KURULUŞ DEVRİNE YOLCULUK



    Bursa’ya yolculuk aslında Osmanlı’nın kuruluş devrine yolculuktur. İlk altı padişah bu şehirde medfundur. Eserleri bu şehrin göklerine yükselmekte ve bu şehri tezyin etmektedir. Tarihi Bursa beş Osmanlı sultanının bina ettikleri yahut hatıraları etrafında şekillenen külliyeler etrafında vücud bulmuştur.
    Bursa Orhan Gazi tarafından fethedilmiştir. Bu şehirdeki ilk Osmanlı eserleri de onun zamanından kalmadır.
    Orhan Gazi’den sonra I. Murad (Hüdâvendigâr) 1370’lerde şehrin batısına kendi külliyesini yaptırmıştır.
    Yıldırım Bayezid de şehrin doğusuna 1390’larda kendi külliyesini yaptırmıştır. Yıldırım, bu külliyeden başka şehrin merkezinde bugün de Bursa’nın sembolü olan Ulucami’yi yaptırmıştır.
    1420’lerde Fetret Devri’nin ardından tahta çıkan Çelebi Mehmed kentin doğusuna, Yıldırım Külliyesi’nin batısına ihtişamlı külliyesini yaptırmıştır.
    Nihayet II. Murad kentin batısına I. Murad Külliyesi’nin doğusuna muhteşem mütevazi külliyesini yaptırmış ve tarihi şehir oluşumunu büyük ölçüde tamamlamıştır.
    Bu padişahlar dışında padişah eşleri, şehzadeler ve üst düzey devlet adamları Bursa’da eserler bırakmış, mahalleler kurmuşlardır. Bunlara örnek olarak Orhan Gazi’nin eşi Nilüfer Hatun’un tekke ve köprü yaptırmasını, Yıldırım Bayezid’in kızı Hundi Fatıma Sultan’ın Emir Sultan Külliyesi’ni yaptırmasını sayabiliriz.
    Tasavvuf büyüklerinin tekke ve mescitleri de Bursa’daki kimi yerleşimlerin çekirdeği olmuştur :Abdal Murad, Pir Emir, Somuncu Baba gibi.
    Tarihin her devrinde bir ticaret ve zanaat şehri olan Bursa’da bir kısım yerleşimler de adlarını buralardaki geleneksel iş ve meslek kollarından almışlardır: Nalbantoğlu, İpekoğlu, Veled-i Harir gibi.
    Bursa’yı gezmek için hiç şüphesiz birden çok güzergah takip edilebilir. Biz önce şehrin merkezini, sonra batı yakasını en son da doğu yakasını anlatacağız.

    ULUCAMİ VE ÇEVRESİ



    Bursa Ulucami:
    Sultan I. Bayezid tarafından yaptırılmış, 1399’da tamamlanmıştır. Evliya Çelebi Ulucami için Bursa şehrinin Ayasofyası der. Hem maddi hem de manevi bir heybete sahiptir. 20 kubbeli olup yaklaşık 8 bin kişi kapasitelidir. Bu kadar büyük olmasının güzel bir hikayesi vardır: At sırtında savaş meydanlarında gösterdiği cevvaliyet dolayısıyla Yıldırım lakabı ile anılan I. Bayezid Anadolu Türk Birliği’ni yeniden sağlamıştır. İstanbul’u kuşatan ilk Osmanlı padişahı oydu. 1396’da Niğbolu’da büyük bir Haçlı ordusu ile karşılaşmış ve sert cereyan eden savaşın şiddeti ve dehşeti karşısında Allah’a dua e niyazda bulunarak eğer zafer nasib olursa payitaht Bursa’ya döndüğünde yirmi cami yapacağını söylemişti.Zafer müyesser oldu ve padişah Bursa’ya döndü. Yirmi cami yapmaya niyet etti ancak damadı büyük veli Emir Sultan Hazretleri “Sultanım, yirmi cami yerine yirmi kubbeli bir büyük cami yapsanız, hem Cuma camii olsa ve mü’minlerin hepsi burada toplansa.” diye düşüncesini beyan edince padişah işte bu yirmi kubbeli ulucamiyi yaptırdı. Camide ilk hutbeyi Somuncu Baba diye bilinen Şeyh Hamid-i Veli Aksarayî okudu. İlk imam ise mevlid yazarı Süleyman Çelebi idi. Kesme köfekî taştan yapılmış olan bu caminin dört kapısı vardı. Caminin gündeydoğu köşesinde Hünkâr Mahfili’ne açılan kapı günümüzde kapatılmış durumdadır. Caminin iki minaresi vardır. Batı tarafındaki minareye iki ayrı yoldan çıkılabilmektedir. Bursa Ulucami adeta bir hat müzesidir. Geleneksel hat sanatının en güzel örnekleri caminin duvarlarını süslemiştir. Ayetler, hadisler, şiirler, özlü sözler duvarlardan müminlere en zarif bir formda seslenmektedirler.
    Kıble duvarında muhteşem hatların yanısıra Yavuz Sultan Selim tarafından Ulucami’ye getirildiği rivayet edilen Kâbe örtüsü ile üç boyutlu Kâbe resmi dikkat çekmektedir. Kıble duvarının en solunda hünkâr mahfili bulunmaktadır.
    Caminin ortasındaki on altı köşeli mermer şadırvan camiye apayrı bir güzellik katmaktadır. Rivayete göre Ulucami’nin yapıldığı yerde yaşlı bir kadının evi varmış. Kadın kendisine ne teklif edilirse edilsin evini vermeye razı gelmiyormuş. En sonunda evini biraz gönülsüz verdiği için burada namaz kılınmasın diye şadırvan yapılmış. 33’lük tespih gibi, 33 gözden su akıtır. Evliya Çelebi şadırvanın havuzunda türlü türlü balıkların yüzdüğünü nakleder.
    Caminin minberi kündekâri sanatı ile (çivi-tutkal kullanmadan yapılan ve iç içe geçmiş parçalardan oluşan) yapılmış olup orijinaldir ve tam altı asır ulucami ziyaretçilerini etkilemektedir.


    Şengül Hamamı:
    Ulucaminin ana kapısından içinde iki şadırvan ve aralarında çok güzel bir çeşmenin olduğu kuzey avlusuna çıktığımızda bugün Gümüşçüler Çarşısı olan eski bir yapı çokar karşımıza: Şengül Hamamı.
    Hikayesi şöyle anlatılır: Padişah Ulucami’nin inşaatını denetlerken farkeder ki bir işçi, elinde koca bir kesme taş, bir o yana götürüyor, bir bu yana. Sorar padişah, neden taşı yerine götürüp bir diğerini daha taşımıyorsun diye. İşçi mahcup, boy abdesti alamadığı için caminin duvarına taş koyamadığını söyler. Derhal cami inşaatı durdurulur ve caminin hemen yanına bu zarif hamam bina edilir.

    Emir Han: Şengül Hamamı’nın hemen yanında Emir Han’ı görürüz. Emir Han 14. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenmekte olup Orhan Camii külliyesinin bir parçasıdır. Bey Hanı olarak da bilinir. Osmanlılar’ın Bursa’ya yaptıkları ilk bedesten olup bize Osmanlı han mimarisinin ilk dönemini gösterir. İki katlı, 73 odalı mütevazi bir yapı olmakla beraber çok güzeldir.

    Koza Han: Aynı istikamette devam ettiğimizde kapısı Ulucami ile Orhan Camii arasındaki meydana açılan Koza Han’ı görürüz. Bu büyüleyici han 1491’de Sultan II. Bayezid tarafından padişahın başta Beyazıt Camii ve Medresesi olmak üzere İstanbul’daki eserlerine akar olmak üzere yaptırılmıştır.
    Han iki katlı ve 95 odalı olup geniş dikdörtgen bir avlusu vardır. Her daim iç açıcı olan avlu, Bursa sakinlerinin ve gezginlerinin muhakkak oturup nefes aldıkları, çay içtikleri bir cennet köşesidir.
    Avlunun ortasındaki şadırvan ve üzerindeki mescid çok şirindir.
    Kozahan her ne kadar ülkemizde ipekçilik zayıflamış olsa da hala bir ipekçilik merkezi olarak ziyaretçilerini beklemektedir.


    Orhan Camii:
    Bursa’nın Osmanlı kuruluş devri mimarisinin asli unsuru ters T biçimi camidir. Bu sanat tarihi kitaplarında “Bursa tipi cami” olarak da bilinen özel bir formdur. Ters T biçimli cami o zamanın toplumsal ihtiyaçlarına uygun olarak hem ibadethane, hem de konukevi, aşevi, tekke, mahkeme, devlet dairesi işlevlerini de görmekte idi.
    Bursa’yı fetheden Orhan Gazi tarafından 1339’da yaptırılan ve Bursa’nın en eski camilerinden biri olan Orhan Camii’nde (en eski cami Hisar’da Alaaddin Bey Camii’dir) bu planın ilk örneğini görüyoruz. Bu zarif cami direkli ve çok merkezli dağınık cami biçiminden toplu plana geçme gayretinin ilk tecrübesidir.
    Rivayet odur ki Karagöz ve Hacivat da bu caminin inşasında çalışmışlardır.

    TOPHANE


    Çakır Ağa Hamamı’ndan Tophane’ye çıkarken solda Bursa Kalesi’nin surlarının bir kısmını görebilirsiniz. Roma zamanından kalan ve Osmanlı Devri’nde de ekleme ve güçlendirmeler yapılan bu surlar yakın zamanda restore edildi.
    Burada bulunan ve 1855 Depremi’nde yıkılmış olan Hisar Kapı (Saltanat Kapısı) da bu restorasyonda yeniden yapıldı. Hisarın beş kapısından biri olan bu kapı yol Bey Sarayı’na çıktığı için bu adı almıştır.
    Saltanat Kapı’dan girip sola döndüğünüzde Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri’nin hocası Üftade Muhammed Hazretleri tarafından yaptırılan Üftade Camii’ni ve Türbesi’ni ziyaret edebilirsiniz. Asıl ismi Mehmed Muhyiddin olan 16. asrın bu büyük mutasavvıfı Üsküdar’da medfun bulunan Aziz Mahmud Hüdayî Hazretlerinin piridir. Üftade Hazretleri’nin pirinin Hızır Dede, onun pirinin de Hacı Bayram-ı Veli olduğunu hatırlayınca asıl olanın tek tek halkalar değil bir zincir olduğunu anlıyoruz.



    Osman Gazi ve Orhan Gazi Türbeleri:

    Tophane Semti’nde Tophane Parkındadırlar. Osmanlı İmparatorluğu’nun kurucusu Osman Gazi’nin türbesi parkın girişinde solda, Orhan Gazi Türbesi ise sağdadır.
    Hikaye edilir ki Bursa kuşatması uzun sürmüş ve Osman Gazi şehrin fethini görememiştir. Kuşatmanın devam ettiği sırada hasta yatağında olan Osman Gazi Yenişehir sırtlarından Bursa’ya bakıldığında güneş vurunca kubbesi gümüş gibi parlayan ve bu yüzden “Gümüşlü Kümbet” denilen Bizans şapelini (Saint Elia) kastederek “Öldüğüm vakit, beni Bursa’da şol Gümüşlü Kümbet’in altına defnedesiniz” demiştir.
    Osman Gazi, Ertuğrul Gazi’den devraldığı 5 bin kilometre olan beyliğin topraklarını 16 bin kilometrekareye çıkarmış ve 1326’da vefat etmişti.
    Bursa aynı yıl fethedildiğinde evvelce Söğüt’te bulunan Osman Gazi’nin mezarı da vasiyetine uyularak buraya getirilmiştir.
    Osman Gazi’den sonra beyliğin topraklarını yaklaşık altı misline çıkararak 95 bin kilometrelik bir ülke miras bırakan ve 1360’ta vefat eden Orhan Gazi de buraya defnedilmiştir.
    Ne yazık ki 1855 depreminde Gümüşlü Kümbet yıkılmış, yerine 1863’te Sultan Abdülaziz tarafından aynı plana sadık kalınarak iki ayrı türbe yapılmıştır.
    Osman Gazi Türbesi sekizgen planlıdır. Türbenin girişinde büyük bir Osmanlı arması dikkati çeker. Türbede toplam on yedi sanduka bulunmaktadır. Osman Gazi’nin sandukası sedef kakmalı ve ahşaptır.
    Osman Gazi Türbesi ile cadde arasında Bursa’nın kurtuluşunda şehit olanlar anısında dikilmiş mermer Şehitlik Anıtı yükselmektedir.
    Orhan Gazi Türbesi ise kare planlıdır. Türbenin zemininde yer yer Saint Elias şapelinin mozaikleri görülebilmektedir. Orhan Gazi’nin eşi Nilüfer Hatun da burada medfundur. Orhan Gazi Türbesi’nde medfun olanlardan II. Bayezid’in oğlu Şehzâde Korkut ilim ve sanat ehli bir şehzade idi. O kadar ki “Gıda-yı Ruh” isimli bir enstrüman icad etmişti.
    Tophane Parkı’nın içinde yer alan Saat Kulesi 1906 yılında hem saat kulesi, hem de yangın gözetleme kulesi olarak yapılmıştır. 6 katlı olup 25 metre yüksekliğindedir. Şehrin sessiz zamanlarında sesi bütün Bursa’dan duyulurmuş. Kulenin içinde 89 basamaklı ahşap bir merdiven vardır.
    Tophane Parkı’ndan çıkıp yolun sağından devam ettiğimizde sol tarafta Murad-ı Hüdavendigar tarafından yaptırılan Şehadet Camii’ni görebiliriz.

    MURADİYE


    II. Murad Osmanlı hanedanı içerisinde çok hayırsever bir padişah olması ile tanınır. Onun lakabı “Ebu’l Hayrat” idi, yani hayırların babası. O aynı zamanda İstanbul’u kuşatan ikinci Osmanlı padişahıdır. Ancak fetih şerefi onun oğlunun olmuştur.
    Hisarın batısına yaptırdığı külliye onun adı ile Muradiye olarak anılmıştır.
    Muradiye Camii: 1425-1426 yıllarında yapılmıştır. Ters T tipi, kanatlı plan bu camide de uygulanmıştır. Cami oldukça mütevazidir. O kadar ki cephe duvarları bile yoktur. Evliya Çelebi bu camii için “Ruhaniyetli camidir. İnsan itikafa girse gece-gündüz acıkmaz” diye yazmıştır.
    Muradiye Türbeleri: Rivayete göre Sultan II. Murad vasiyetinde “türbemin üstünü açık bırakın, ta rahmetten uzak kalmayayım” demiştir. Vefat ettiğinde, isteği üzere bir lahit içine değil, doğrudan toprağa gömülmüştür. Türbesi “Hakk’ın rahmetine açıktır.” Yağmurlu günlerde kubbesinden kabrine yağmur damlaları düşer.
    Türbe sekizgen planlıdır. Kitabesinde “Allah’ın rahmet daneleri üzerine olsun” yazılıdır. Türbenin bütün mütevaziliğine rağmen Osmanlı hanedanına mensup olduğuna bir işaret olmak üzere güzel bir kapı ve muhteşem bir saçak yapılmıştır.
    Fatih Sultan Mehmed’in annesi Hüma Hatun, eşi Gülşah Hatun, Napoli’de öldükten sonra cenazesi Bursa’ya getirilen oğlu Cem Sultan, Yavuz Sultan Selim’in kardeşleri Şehzade Ahmed ve Şehzade Mahmud, Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa ve Osmanlı hanedanın daha pek çok ismi bu türbeler kompleksinde medfundur.


    Cem Sultan Türbesi Muradiye’nin en güzel türbesidir. Kalem işçiliğinin en güzel örnekleri buradadır.
    Yakup Kadri Karaosmanoğlu şöyle yazmıştır: “Uhrevi sükûnetin ve uhrevî rahatın ne olduğunu bilmek isteyenler Bursa’da Muradiye türbesine gitsinler. Ölüm yalnız burada korkunç değildir.”
    Muradiye Medresesi: Bir yazarın ifadesi ile söylersek, “Külliyeler cami ile okulu birleştiren yapılardı. Bunları ayıranlar imparatorluğu yıktılar.” Gerçekten de Osmanlı mimarisinin külliye mantığı içinde ölüm ile hayat bir aradadır. Türbe ile imaret, cami ile medrese yan yanadır.
    Bu durum Muradiye Külliyesi için de geçerlidir. Muradiye Medresesi bugün Verem Savaş Dispanseri olarak kullanılmaktadır.
    17. Yüzyıl Osmanlı Evi: Külliyenin hemen yanında Osmanlı devrinden kalma ev ve konaklar var. Bunlardan biri her ne kadar “Fatih’in doğduğu ev” olarak tanınıyor ve ziyaret ediliyorsa da bu ev bugünkü hali ile 17. yüzyıldan kalma bir yapıdır.
    Külliyenin diğer unsurları hamam ve imarettir.
    Hamza Bey Külliyesi: Çelebi Mehmed’in başvezirliğini yapmış ve Fatih Devri’nde de mühim hizmetler görmüş Hamza Bey’in adını verdiği semt Muradiye’nin hemen batısındadır. Semtin merkezinde Hamza Bey Külliyesi yer alır. Külliyede cami ile Hamza Bey’in ve torunu Kara Mustafa Paşa’nın türbeleri ziyaret edilebilir.
    Buradan devam edip Çekirge Caddesi’ne girdiğimizde Çekirge Meydanı’na varmdan önce sol tarafta Ulucami’nin ilk imamı ve meşhur Mevlid-i Şerif yazarı Süleyman Çelebi’nin mezarını, sağ tarafta da Karagöz Mezar Anıtı’nı görebilirsiniz.
    Çekirge Meydanı’nda küçük ama şirin Lamii Çelebi Mescidi de ziyaret edilebilir. Lamii Çelebi 16. yüzyılın büyük bir alimi ve şairi idi.

    ÇEKİRGE


    Çekirge, Murad-ı Hüdavendigâr’în külliyesi etrafında vücut bulmuş bir semttir.
    Murad-ı Hüdavendigâr üçüncü Osmanlı padişahıdır. I. Kosova Savaşı’nın kazanılması sonrasında savaş meydanını teftiş ederken şehit edilmiştir. Bir türbesi de Kosova’da olup “Meşhed-i Hüdavendigar” diye bilinmektedir.
    Hüdavendigar Külliyesi: Murat Hüdavendigar Camii 1365-1366 yıllarında yaptırılmıştı. Ters T biçiminde, kanatlı planlı bir camidir. Eski bir Bizans Sarayı yahut kilisesi üzerine inşa edildiği söylenmektedir. Cami iki katlı olup üst katının medrese olması hasebiyle sıra dışıdır. Türbe camiinin karşısındadır. Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılmıştır. Türbede Kosova’da düşmanı takip ederken öldürülen I. Murad’ın oğlu Şehzâde Yakup da medfundur. Caminin batısında kalan I. Murat İmareti ile, doğusundaki Murad-ı Hüdavendigâr Hamamı da külliyenin diğer unsurlarıdır. Caminin karşısında, türbenin yanında yer alan çay bahçesi her mevsim ferah ve huzur vericidir. Nefis bir Bursa manzarası eşliğinde çayınızı yudumlayabileceğiniz, dinlenebileceğiniz, dingin simalar görebileceğiniz bir yerdir. Murad-ı Hüdavendigâr Külliyesi’nden batıya doğru giden yolu takip ederek Uludağ’a çıkılabilir. Yolda İnkaya Köyü’ndeki 600 yıllık İnkaya Çınarı özellikle görülmeye değer. Çevresi 9.5 metre, çapı 3 metre olan bu dev çınar görenleri büyülemektedir. Uludağ’a çıkmak için bir başka cazip yol ise teleferiktir.

    Tarihi Bursa’nın batı yakasındaki gezimizi tamamladık. Şimdi şehir merkezine dönelim ve doğu yakasına doğru yol alalım.
    Şehir merkezinden doğuya doğru ilerlediğimizde karşımıza çıkan ilk semt Gökdere çevresinde kurulu Setbaşı’dır. Burası eski zamanlarda Bursa’nın Beyoğlu’su kabul edilirdi. Eğlence merkezi idi. Osmanlı zamanında azınlıklar yoğun olarak burada yaşarlardı. Gökdere üzerinde trafiğin aktığı köprü Setbaşı Köprüsü’dür.
    Bu köprünün aşağı tarafında yakınlarda restore edilen çok orijinal bir köprü daha vardır: Irgandı Köprüsü. Bu köprü sadece yaya trafiğine açık olup üzerinde geleneksel zanaat ürünlerini bulup satın alabileceğiniz dükkanlar sağlı sollu dizilmişlerdir.
    Setbaşı Köprüsü’nü geçtiğimizde dümdüz devam edersek karşımıza Namazgâh semti çıkar. Bu yol bizi Teleferik semtine ve teleferiğe götürecek olan yoldur. Namazgah’a girmeden sola saparsak tarihi Bursa’daki yolculuğumuza devam edebiliriz. Bu yolda bizi ilk olarak Yeşil Külliyesi karşılar.

    YEŞİL

    Yeşil, beşinci Osmanlı padişahı Çelebi Mehmed’in küliyesi etrafında vücud bulan bir semttir.
    Yıldırım Bayezid’in 1402’de Ankara Savaşı’nda Timur’a yenilmesi sonrasında Anadolu on yıl sürecek bir şehzadeler arası taht kavgasına sahne oldu. Bu on yıl düzenin bozulduğu ve karmaşanın hakim olduğu bir on yıldı. Tarihimizde “Fetret Devri” olarak bilinen bu kara döneme son veren Çelebi Mehmed oldu. Bu yüzden “imparatorluğun ikinci kurucusu” olarak kabul edilir.
    Yeşil Camii: Sembol bir eserdir. Çelebi Mehmed, Fetret Devri sonrasında adeta Osmanlı’nın gücünü yeniden ispat etmek üzere bu muhteşem külliyeyi bina ettirmiştir. O kadar ki bu cami erken Osmanlı mimarisinin en başta gelen yapıtlarından biri ve mimari açıdan Bursa’nın en önemli eseri olarak kabul edilmektedir.
    1419-1424 tarihleri arasında tamamlanan caminin mimarı Hacı İvaz Paşa’dır. Cami ve türbe adını çinilerin yeşilliğinden almaktadır. Orijinal çinilerin çoğu zamanla yerine yenilerine bıraksa da dikkatli gözler hala bu camiye adını veren muhtşem çinileri seçebilmektedir. Bilhassa mihrabın çinileri büyüleyicidir. Caminin üst katı hünkar mahfilidir.
    Ters T’nin kanatları diğer Bursa tipi camilerde olduğu gibi devlet daireleri olarak kullanılmaktaydı. Ancak Yeşil Camii’de bu planın daha kompleksleştiğini görüyoruz. Büyüyen devletin karmaşıklaşan işleri ile paralel olarak bu odaların sayıları artmıştır. Odalardaki raflar ve dolaplar da buranın kullanım amacına uygunluk arzetmektedir. Caminin kubbesindeki aydınlık feneri dikkat çekicidir.

    Caminin çinileri ile birlikte en büyüleyici unsuru ise mermer kapısıdır. Evliya Çelebi bu büyüleyici eserdeki figürler için; “dünyanın en usta nakkaşları kağıt üzerinde kıl kalemle yazamaz” diye yazmıştır. Bu mermer kapıyı yapan usta tam üç yıl ham mermer üzerinde çalışarak bu eseri vücuda getirmiş ve rivayete göre padişah eseri çok beğenerek ustaya 40 bin altın takdim etmiştir.
    Yeşil Türbe: Yine Çelebi Mehmed tarafından 1421’de yaptırılan Yeşil Türbe Yeşil Camii’nin tam karşısında kalmaktadır. Çelebi Mehmed’in sandukası çinidendir. Bu türbe mimarisinde görülmeyen bir şey olup oldukça etkileyicidir. Türbenin mihrabı “günümüze ulaşan en muhteşem çini mihrap” olarak kabul edilmektedir. Türbenin ahşap kapı ve pencere kanatlarının işçiliği de çok güzeldir. Türbenin bahçesinde Yavuz Sultan Selim’in büyük veziri Hasan Can da medfundur. Caminin güneydoğusundaki imaret, türbenin batı kısmında Yeşil Caddesi üzerindeki hamam ve müzeler kısmında üzerinde ayrıca duracağımız medrese külliyenin diğer unsurlarıdır.


    EMİR SULTAN



    Bursa’nın doğusunda kalan bu semte adını veren Emir Sultan büyük bir veli olup Buharalıdır. O yüzden Emir Buhari diye de bilinir. Babası Emir Külâl de alim bir zat idi. Babasını kaybettikten sonra Buhara’dan Medine’ye hicret etti. Rüyasında kendisine Anadolu işaret edilince bir hicret yolculuğuna daha çıktı ve Bursa’ya geldi. Rivayete göre gökyüzünde üç kandil yolda ona rehberlik ediyordu. Kandiller bütün Anadolu’yu geçip Bursa’ya varmışlar nihayet Uludağ sırtlarında bir noktada sönmüşlerdi. Emir Buhari “bundan sonra bizim vatanımız burasıdır” deyip burada yerleşmişti.


    Işıkların söndüğü semt de Emir Sultan’ın hemen üst tarafında bulunan Işıklar Semti’dir. Burada 1845’ten bu yana ordumuza subay yetiştiren Işıklar Askeri Lisesi bulunmaktadır.
    Emir Sultan Bursa’da Yıldırım Bayezid’in kızı Hundi Fatıma Sultan ile evlendi.
    Emir Sultan Camii: Emir Sultan Camii Yıldırım Bayezid’in kızı Hundî Fatıma Sultan tarafından altı kubbeli olarak yapılmış olup 1795 depreminde yıkılınca 18. asır başlarında Sultan III. Selim zamanında bugünkü hali ile yeniden inşa edilmiştir. Merkezi planlı ve tek kubbeli bir yapıdır. Sonradan avlu ve üç kubbeli revak eklenmiştir.
    Emir Sultan Türbesi: 1855 Depremi’nde hasar gören türbe bugünkü halini Sultan Abdülaziz zamanında almıştır.
    Külliyenin batı tarafındaki hazirede Bursa meşayıhı medfundur.
    Güney tarafındaki Hundi Fatıma Sultan tarafından yaptırılan hamam restore dilmeyi beklemektedir.
    Külliyenin batı kısmında kalan 1851 tarihli Kurtbasan Çeşmesi ve banisinin hemen sol yanında medfun olduğu Fatma Sultan Çeşmesi ile 1743 tarihli Darüssaade Ağası ve Darüssaade Katibi Çeşmeleri ve nihayet Emir Sultan Caddesi üzerinde mezarlık duvarına dayanmış “Bursa’nın en gökemli çeşmesi” sayılan Beşir Ağa Çeşmesi külliyenin önemli yapıları arasındadır.
    Bir Batılı gezgin “Türkler ölüleriyle birlikte yaşar” diyor. Bursa’da şehir içindeki mezarlıklar şehre bir başka güzellik, zenginlik ve anlam katar. Emir Sultan Mezarlığı içinde uzun vakitler geçirilebilecek bir ibret mahşeridir.
    Bursa’daki 19 tarihi mezarlığın çoğu bugün yok. Kalanların başını Emir Sultan Mezarlığı çekiyor. Burada büyük veliler, alimler, devlet adamları, askerler medfun. Cumhuriyet Dönemi’nde yaşamış çok sayıda tanınmış şahsiyetin mezarı da yine buradadır. Emir Sultan Mezarlığı’nı ziyaret insana bu dünya ile ötesi arasında köprüler kurmaya teşvik ediyor.


    Emir Sultan’dan Yıldırım Semti ve Yıldırım Külliyesi görülmektedir. Ancak isterseniz önce Emir Sultan Caddesi’nden doğuya doğru yürüyüp Zeyniler Camii’ni ve Türbesi’ni ziyaret edebilirsiniz. Zeyni Baba diye bilinen zat Abdüllatif-i Kudsî Hazretleridir. İstanbul’daki Vefa semtine ismini veren Şeyh Ebü’l Vefa bu zatın müridi idi. Zeyniler, Reşat Nuri Güntekin’in meşhur Çalıkuşu adlı romanının önemli bir kısmının geçtiği “Bursa’ya çok uzak” bir köydür, bugün şehrin merkezinde kalmaktadır.


    YILDIRIM



    Yıldırım Semti dördüncü Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid’in külliyesi etrafında vücud bulmuştur.
    Yıldırım Bayezid Devri kısa olmasına rağmen (on üç sene) bu devirde otuz senelik Murad-ı Hüdavendigar saltanatından daha fazla eser meydana getirilmiştir. Bu durum o dönemdeki fetihlerin artışı ve maddi zenginliğin göstergesidir. Bayezid İstanbul’u kuşatan ilk Osmanlı padişahıdır. Anadolu Yakası’na Güzelcehisar’ı da (Anadolu Hisarı) o yaptırmıştır. Onun döneminde Tuna’dan Fırat’a kadar geniş bir alanda Osmanlı hakimiyeti kurulmuştur.
    Yıldırım Külliyesi: 14. yüzyıl sonuna tarihlenen bu külliye şehrin doğusunda olup içinde bulunduğu Yıldırım semtine adını vermiştir. Cami, türbe, medrese, hamam ve darüşşifadan müteşekkildir.
    Cami kesme taştan yapılmış olup yüksek kubbesi ve ferah iç mekanı vardır. Kanatlı cami tipindedir. Taş işçiliği dikkat çekici güzelliktedir. Evliya Çelebi camii için “cemaatten mahrumdur” diye yazmıştır. Ona göre evkâfı az olduğundan garib kalmıştır.
    Külliyedeki türbe için şöyle bir rivayet anlatılır:
    Karamanoğlu Mehmed Bey, Fetret Devri’nde Bursa’yı muhasara eder ve Karamanoğlu Beyliği’ni evvelce Osmanlı’ya bağlamış olan Yıldırım’ın türbesini de tahrip eder. Tam o sırada uzaktan bir kalabalık geldiğini görür ve şehre yardım geldiğini sanarak gider. Fakat kalabalığın Çelebi Mehmed’e yenilen Musa Çelebi’nin cenazesi olduğu anlaşılınca şu söze muhatap olur: “Osmanoğlunun ölüsünden kaçıyorsun, dirisi karşısında ne yapacaksın?”
    Kuruluş devrinde ilme verilen ehemmiyet külliyenin medresesinde adeta cisimleşmiştir. Medrese günümüzde dispanser olarak kullanılmaktadır. Külliyenin doğu tarafında kalan ve bugün de amacına uygun olarak kullanılmaya devam eden darüşşifa ilk Osmanlı hastanesi olarak kabul edilmektedir. Hastane akıl ve sinir hastalıkları alanındaki başarısı ile şöhret bulmuştu. Meyilli bir arazi üzerine bina edilmiştir. Cumalıkızık Köyü: Şehrin doğu yakasında gezilip görülmesi gereken yerlerden birisi de Cumalıkızık Köyüdür. Bursa’nın doğu yakasında Bu köy Uludağ eteklerinde kurulmuş yedi kızık köyünden birisidir.
    Köyün 700 yıllık bir tarihi vardır. Tarihi yapısı korunmuştur. Köyde erken Osmanlı sivil mimarisinin güzel örnekleri görülebilir.
    Köyün camii, minaresi 1970’lerde yeniden yapılmış olsa da, yaklaşık olarak 3 yüz yıllıktır. Bozulmamış tarihi atmosferi burayı bir film platosuna çevirmiştir. Bilhassa son yıllarda burada çekilen dizi sayısındaki artış köyü ziyaret edenlerin sayısında da ciddi bir artışa yol açmıştır. Cumalıkızık Köyü eğer sabah saatlerinde ziyaret edilirse köy kahvaltısı tavsiye edilir.

    .


    MÜZELER



    Bursa bir açıkhava müzesidir. Her yanında tarihi eserler, camiler, medreseler, türbeler, hanlar, hamamlar, çeşmeler yükselir. Ama bu açıkhava müzesine yolunuz düştüğünüzde görmenizi önerebileceğimiz müzeler de yok değil.
    Türk-İslam Eserleri Müzesi: Yeşil Külliyesi’nin bir parçasını teşkil eden Yeşil Medrese yahut diğer adı ile Sultaniye Medresesi 1975’ten bugüne Türk-İslam Eserleri Müzesi olarak hizmet veriyor. Müzede Türk ve İslam sanatının 12. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar uzanan geniş bir zaman dilimi içerisinde varlık bulmuş en güzel örneklerini görmek mümkün.
    Selçuklular, Beylikler ve Osmanlı Dönemi’ne ait çiniler, seramikler, oyma ve kakma ahşap eserler, sikkeler, geleneksel el işleri ve giysilerin sergilendiği müzede büyüleyici bir tarih yolculuğu yapabilirsiniz.
    Bursa Kent Müzesi: 2004 yılında kentin merkezindeki eski Adliye Binası’nın restore edilmesi sonrasında hizmete giren Bursa Kent Müzesi modern müzecilik uygulamaları ile büyük beğeni toplamıştır. İki katlı müzenin ilk katı kronolojik, ikinci katı ise tematik olarak düzenlenmiştir. Bu iki müze dışında Muradiye’deki Hüsnü Züber Evi ve Uluumay Osmanlı Halk Kıyafetleri ve Takıları Müzesi, Kültürpark içerisindeki Bursa Arkeoloji Müzesi, Çekirge Caddesi üzerindeki Atatürk Müzesi, Umurbey Mahallesi’ndeki Tofaş Anadolu Arabaları Müzesi ile Cumalıkızık Etnografya Müzesi ilgililerin ziyaret edebilecekleri müzeler.


    SU ŞEHRİ BURSA’NIN KAPLICALARI



    Yeşil Bursa, bu özelliğini bir su şehri olmasına borçludur. Şehrin her tarafında çeşmeler ve Uludağ’dan ovaya akan sular bu şehre apayrı bir güzellik katmaktadır. 17. asrın meşhur şeyhülislamı Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi Bursa’ya 200 çeşme yaptırmış. Elan Müftü Suları diye bilinen bu çeşmelerin bazısı ayakta olup su akıtmaktadır.
    Osmanlı Bursa’sında her eve su götürülmüş. Evliya bu şehirdeki su bolluğunu anlatmak için “değirmen döndürür su” diyor. Onun Bursa’yı anlattığı satırlarının son cümlesi de yine su ile ilgilidir. Şöyle der: “Elhâsıl Bursa sudan ibarettir.”
    Bursa’yı bir su şehri yapan sadece içme sularının bolluğu değildir. Bu şehir aynı zamanda bir kaplıcalar şehridir. Bu özelliği Bizans Devri’nde de bilinirdi ve Bizans İmparatorları ve aileleri Bursa’ya kaplıcaları için sıklıkla gelirlerdi.
    Çekirge istikametinde giderken sağda kalan Yeni Kaplıca, Kanuni Sultan Süleyman’ın veziri ve damadı (Mihrimah Sultan’ın eşi) Rüstem Paşa tarafından 1552’de yaptırılmıştır. Kükürtlü Kaplıcaları da buraya yakın olup Kükürtlü semtine adını vermişlerdir.
    Bursa’nın en eski ve en büyük kaplıcası olan Eski Kaplıca ise Çekirge Meydanı’nında Kervansaray Termal Otel bünyesindedir.
    Bilhassa Çekirge’deki otellerde ve kamu kurumlarının sosyal tesislerinde de Bursa kaplıcalarının şifalı sularından yararlanılabilir.
    Kaplıcalar temizliğe büyük ehemmiyet veren müslüman Türkler için çok önemliydi. Batılı seyyahlar, bu şehirdeki su kaynaklarının bolluğu karşısında “Doğa Bursa’yı Türkler için yaratmış” diye yazıyorlar.
    Vaktiyle Bursa’da 3 bin kadar hamamın olduğu yazılıyor. Kaplıca suları ikiye ayrılırdı: Erkek sular ılık ve az olanlar, dişi sular ise sıcak ve çok olanlardı.



    BURSALI LEZZETLER



    Eh, gelmişken Bursa’da damak tadı üzerinde de durmak gerekir.
    Evliya Çelebi, “Bursa’nın gayet semiz etleri olduğundan kebapları meşhurdur” diyor.
    İskender Kebabı: Bursa’nın meşhur yemeği İskender Kebabı bir Bursa markasıdır ve mutlaka burada tadılması gereken lezzetlerin başında gelir. Pide üzerinde döner, yoğurt ve eritilmiş tereyağı ile ikram edilen bu kebabın tadı Bursa’da bir başkadır. Sırf bu tad için Bursa’ya gelmek alelade işlerden sayılır. Biraz lezzetini Uludağ’ın otlarından alan etlerinden, biraz döner üzerine konulan ızgaralardan, biraz da Bursalı ustaların maharetlerinden vücut bulan bu tadı bilhassa bu tadın mucidi olan ailenin Heykel’de Atatürk Caddesi üzerindeki küçük dükkânlarında tatmanızı öneririz. Ailenin şehir merkezindeki diğer dükkânı ise Sönmez İş Hanı arkasındadır. Yakın zamanlarda Bursa’da ve Bursa dışında yeni şubeleri açılsa da bu iki dükkan damak tadı ile gelenek arasındaki ilişkinin varlığını ispatlarcasına insanları kendilerine çekiyor.
    Kasap Köfte: Bursa tam anlamı ile bir köfte cennetidir. Burada ondan fazla farklı köfte tadılabilir. Bunların en lezzetlilerinin başında bize göre kasap köfte gelir. İyi bir köftenin sırrı kıymanın hayvanın farklı bölgelerinden alınmış etlerden yapılması ve böylece köftenin bir lezzet harmanına dönmesinde yatar. Kasap köfte biraz irice olup mutlaka ızgarada ve yalnızca ustası tarafından hakkı ile pişirelebilen bir köftedir. Bursa’da tadabileceğiniz en leziz köftelerin başında gelen Kayhan’daki Köfte Evi’ni hararetle tavsiye ederiz. Yanında piyazı ve şırası ile tabii...
    İnegöl Köfte: Meşhur İnegöl Köftesi Balkan kökenli bir lezzet. Hem dana hem de kuzu eti kullanılıyor. Baharat çok az. Baharatın etin tadını bastırması istenmiyor. Eğer yolunuz İnegöl’e düşerse Belediye Caddesi’ndeki Besler Köftecisi’nde bu lezzeti tatmanızı tavsiye ederiz.
    Kestane Şekeri: Evliya Çelebi, “Uludağ’ın kestanesinin bir tanesi 40 dirhem gelir” diyor. Kestane Şekeri adı Bursa ile özdeşleşen bir lezzet. Kafkas Pastanesi bu alanda hiç şüphesiz en önde. Ancak çok sayıda başka üreticiler de iyi kestane şekeri yapıyorlar.
    Bunlar dışında pideli köfte, cantık, Kemalpaşa Tatlısı, höşmerim, Bağdat hurma tatlısı denenebilir. Karacabey’in Mihaliç Peyniri de özel bir lezzettir.
    Meyvelere gelince bu şehir şeftalisi ile meşhurdur. Ancak Evliya Çelebi armut üzerinde özellikle durur ve “Bursa’nın 40 türlü armudu vardır” der.

    HEDİYELİK

    Son olarak Bursa’dan alınabilecek buraya has hediyelik eşyalar üzerinde duralım.
    Bursa İpeklileri: Geçmişten günümüze Bursa ipeklilikleri büyük ve haklı bir şöhrete sahip olmuştur. “Bulunmaz Bursa kumaşı” meşhur olmuştur. Kozahan ve Kapalıçarşı ipek ürünlerinin envai çeşidini bir arada bulabileceğiniz tarihi çarşılardır.
    Bursa Bıçağı: Cihana nam salmış Bursa bıçakları hem sanat ve estetik, hem de dayanıklılık açısından nadir bulunan ürünlerdir. Asırlar boyunca Bursa bıçakları şehrin ziyaretçilerinin dönerken yanlarında götürmeyi ihmal etmedikleri bir ürün olmuştur. 1913 sayımına göre Bursa’da 100’ün üzerinde bıçakçı dükkanı vardı ve bunlar bıçakçı, çakıcı, testereci diye birbirlerinden ayrılırlardı. Eski görkemli Bıçakçılar Çarşısı bugün artık kalmasa da Bursa’dan bir Bursa çakısı almak hala ritüelden sayılır.
    Bursa Havlusu: Havluculuk ipekçilikle beraber asırlar boyu Bursa’nın başlıca geçim kaynağı olmuştur. 18. ve 19. yüzyıllarda bile Hindistan’dan İran ve Suriye’ye, Mısır’dan Balkanlara ve Avrupa ülkelerine ihraç edilirdi. Bursa havlusu bugün de dünyanın en tanınmış havlusu olma özelliğini korumaktadır. Kapalıçarşı’dan ve Yalova Yolu üzerindeki Özdilek’ten Bursa havlusu alınabilir.

    .





    bursa ulucaminin hikayesi

    Yıl 1396. Osmanlı sultanı Yıldırım Beyazıd Haçlı ordusunun İstanbul'u kuşatmak için hareket ettiğini ve Niğbolu önlerinde olduğunu duyunca ordusunu hazırlayıp yola çıkar. Eğer Niğbolu kuşatmasından zaferle dönerse ,elde edeceği ganimetle 20 tane camii yapmayı vaad eder .Zafer kazanılmıştır,sıra 20 camii nin yapılmasına gelmiştir. Damadı Emir Sultan (Hz.Peygamberimizin soyundan ve Bursa Evliyasının büyüklerinden)kendisine 20 camii yerine 20 kubbeli büyük bir camii yapmasını tavsiye eder. Ve camii 1399 yılında ,Osmanlı İmparatorlığunun 100.kuruluş yıldönümünde açılır. Açılışında kimler mi vardır. İlk Namazı kıldıran Somuncu Baba(Bursa evliyasından,Hacı Bayram veli'nın Hocası ,Açılış günü Ulucamii nin 3 kapısından aynı anda çıktığı görüldüğü ve sırrı açığa çıktığı için Bursayı terkettiği söylenir.),ilk cemaati;Emir sultan Hazretleri,Sultan Yıldırım Beyazıt,Molla Fenari(Osmanlının ilk şeyhülislamI),İlk imamı Süleyman Çelebi (Mevlid'in yazarı),Müezzini ise Üftade Hazretleri(Aziz Mahmut Hüdai'nin Hocası)ve birçok Bursanın büyük şahsiyetleri hazır bulunmaktaymış.

    şadırvan yeri hikayesi

    Yıldırım Bayezid Niğbolu zaferinde kazanılan ganimetlerle muhteşem bir mescit yaptırmak ister. Mimarlar bugün Ulucami’nin bulunduğu mevkide karar kılarlar. Söz konusu arsa üzerinde evi, bahçesi olanlara başka yerden muadil yer verilir. Hatta ceplerine birkaç kese altın sıkıştırılır gönülleri hoş edilir. Ancak yaşlı bir kadıncağız bir “Evim de evim” feryadı tutturur ki sormayın. Değerinin fevkinde ücretlere omuz silker, bütün tekliflere “olmaz” der. Önce vezirler, sonra bizzat Sultan, kadının ayağına gider, iknaya çalışırlar. Ama o direnir.
    Sultan Bayezid caminin yerini sevmiştir. Hiç hesapta olmayan pürüz canını sıkar. Hatta divanı toplar, çözüm yolu arar. Kadılar “mal onun değil mi” derler, “satarsa satar, satmazsa satmaz!” Meclis çaresizlik içinde dağılırken Bayezid’in aklına damadı gelir. Emir Sultan’ı bulur meseleyi anlatır. Mübarek sadece tebessüm eder:
    -Acele etme! der, bir gecede neler değişmez?
    İhtiyar kadın o gece rüyasında mahşer meydanını görür. Annenin çocuğundan kaçtığı bir dehşet anıdır. Kalabalıkta korkunç bir azap endişesi vardır. O arada bir dalgalanma olur. İnsanlar alemlere rahmet olarak yaratılan Efendimiz’in yanına koşarlar. Şefaate kavuşan kavuşana. Kadıncağız da niyetlenir, ama bırakın yürümeye, kıpırdamaya mecali yoktur. Ayakları vücudunu taşıyamaz, ıstırapla yerleri tırmalar. Elinden kaçan büyük fırsat ciğerini dağlar. Feryat figan ağlamaya başlar. İşte tam o sırada Emir Sultan’ı görür:
    -Herkes cennete gitti, der, ben bir başıma kaldım burada!
    Mübarek o gönül ferahlatan tatlı sesiyle sorar:
    -Kurtulmak istiyor musun?
    Kadın nefes nefese cevap verir:
    -Hiç istemez miyim?
    -Öyleyse Sultanımızı üzme!
    Ertesi gün kadın ayağı ile gelir, evini verir. Üstelik önüne konulan ücreti bağışlar camiye.

    caminin kuzey batısındaki direklerinde bulunan demir halkalara timur atını bağlamış hikayesi
    Timur un camiyi ahır olarak kullandığı sadece rivayettir,çünkü Timur Ankara savaşı sonrası otağını Kütahyaya kurdu ve hiç Bursa ya gelmedi.Halkalar aydınlatmada kullanılan kandilleri sabitleme halkalarıdır.

    hz davudun demirleri rivayeti
    Kuzeybatısındaki pencereleri Hz.Davutun demirleri olarak rivayet edilir.

    somuncu baba ve yıldırım camii hikayesi

    Türkistan'daki Buhara şehrinden yola çıkarak Mekke - Medine'yi dolaştıktan sonra 1389 yılında Bursa'ya yerleşen Muhammed Şemseddin, gösterdiği kerametlerle bir anda halkın sevgisini ve saygısını topladı.

    Yıldırım Bayezid'in kızı Hundi Hatun'la evlenen Muhammed Şemseddin halk arasında Emir Sultan adıyla anılır oldu. O, halkı din yoluna çağırırken Padişah'ı da bazı konularda uyarıyor, O'na yardımcı oluyordu.

    Bu arada, Emir Sultan'dan önce Bursa'ya gelip yerleşen ve her gün çarşıya gelip, "Somun var müminler, somun var!" diye ekmek satan bir ulu kişi daha vardı ama halk, "Somuncu Baba" dediği bu zatın kerametlerinden habersizdi.

    Günlerden bir gün, Yıldırım Bayezid'in damadı Emir Sultan hazretleri, elindeki çömlekle birlikte bu zatın fırınına çıkageldi! Ekmeklerle birlikte çömlekteki yemeğin de pişirilmesini istiyordu.

    Somuncu Baba, küreğin üzerine koyduğu çömleği fırına sürmeye çalıştı ama, nafile!
    O küçük çömlek fırına bir türlü girmiyordu!..

    Somuncu Baba, geride durup seyreden Emir Sultan'ın yüzüne baktı ve yüzünde beliren tatlı bir tebessümle konuştu:

    "-Anladım... Bu işi ancak sen başarabilirsin!"

    Emir Sultan küreği aldı ve kolayca içeri sürmeyi başardı. Ama fırının içinde ateş yoktu ve soğuktu. Soran gözlerle ama tatlı bir tebessümle Somuncu Baba'ya baktı. Somuncu Baba yine aynı eda ile konuştu:

    "- Bekle... Az sonra pişer!"

    Karşılıklı gösterilen kerametlerden sonra iki ulu kişi birbirlerini tanıyıp dost olmuşlardı.

    Niğbolu zaferinin anısına Bursa Ulucami'yi yaptıran Yıldırım Bayezid, açılışı damadının yapmasının uygun olacağını düşünmüştü. Cuma günü, kalabalık cemaatin önünde seslendi:

    "- Ya Emir! Kapıları sen aç ve cemaata vaaz edip Namaz kıldır. Şehirdeki en Velî kişi olduğun için bu şeref sana aittir!"

    "- Hayır Sultanım! Bu şerefi Şeyh Ebü Hamideddin-i Aksarayi hazretlerine vermelisiniz! O benden daha üstündür"

    "- Bu zat kim ola ki?"

    "- Belki duymuşsunuzdur Sultanım... Somuncu Baba derler bir ekmekçi koca vardır.
    Ulucami işçilerine de ekmek satmıştır. İşte bu zat O'dur!"

    Cami açılsın da içeri girelim diye arkada bekleyen halk arasında bulunan Somuncu Baba, "Ne ettin Emirim, bizi ele verdin, belli ettin!" diyerek bütün alçakgönüllülüğüyle camiyi açtı, kürsüye çıkıp vaaz ve nasihatlarda bulundu. Bu sırada hazırlıksız yakalandığı için hutbede konu olarak Faitha surasini tefsir etti. Ancak ard arda tekrar ettiği tefsirin ilkini herkes anlarken 7. tefsir edişinde Emirultan Hazretleri bile bu tefsirdeki sırrın kendinden çok daha üstün olduğunu görüp Emirsultan Hazretleri dahil herkes O'na hayran olmuştu.

    Rivayete göre Somuncu Baba camiin her kapısından aynı anda çıktı ve herkes onun elini öptüğünü düşünüp sevinir. Fakat sonradan Bursa halkı bunun bir keramet olduğunu anlar. Ayrıca Emirsultan'ın dahi camiyi açmak üzere Somuncu Baba'yı göstermiş olması tüm ahalide ona karşı olan muhabbeti daha da arttırmıştır. Ancak Somuncu Baba durumunun anlaşılması üzerine artık Bursa'da tutunamayacağını anlar ve Ulucami çıkışınca keramet göstererek kaybolur ortadan.

    Bursa ahalisi Somuncu Baba'yı arayadururken o sırada Bursa'da bulunan başta Emirsultan olmak üzere diğer evliyalar ve ermiş kişiler, Somuncu Baba'yı Bursa dışında yakalayıp geri döndürmek isterler. Fakat Somuncu Baba'yı ikna edemezler. Bunun üzerine oradaki 33 tane evliya bugün "Dua Çınarı" olarak bilinen bölgede yer alan çınarın altında dua ederler. Sonra'da Bursa'dan başka bir şehre gider Somuncu Baba.

    Burada Somuncu Baba'nın da Bursa şehrine hayır dua ettiği ve oradaki diğer tüm evliyaların da buna biat ettiği söylenir. Bu duanın yapıldığı çınara daha sonra halk DUA ÇINARI demiştir. Ancak bundan yıllar evvel ağaç belediye ekiplerince yol açma çalışmaları sırasında hasara uğratılmış fakat sonrasında çürüdüğü için tamamen kesilmiştir.

    batı cephesinde güneyden ikinci camlarının üstte olanının üstündeki haç, yahudi yıldızı ve diğer işaretin hikayesi

    HAC VE YAHUDI ISLEMELERI I BIR PENCERE KENARLIGINDA MEVCUTTUR.NORMALDE DIGER CAMLARDA DA BULUNMAKTAYDI FAKAT ZAMAN GELINCE ONLAR SILDIRILMIS FAKAFAT SADECE GELECEGE IBRET OLSUN MANASINDA SU ANDAKI PENCERE KENARLIGINDAKI BU RESIMLER BIRAKILMISIR.BUNLARIN BURALARA ISLENMESINE GELINCE ZAMANINDA CAMININ YENILEME ASAMASINDA PARA BULUNAMAMIS DAHA SONRA BU PARA YAHUDI BIR HIZMETTEN ALINMIS FAKAT BU KISILER BU PARAYI HIBE EDECEKLERINI FAKAT SU ANDA GÖRÜLEN BU ABLEMLERIN BURALARA ISLENMESINI ISTEMISLER DAHA SONRA OLAY GERCEKLESMIS FAKAT BUNUN BIR YAHUDI OYUNU OLDUGUNUN FARKINA VARILINCA DÖNEMIN YÖNETICISI TARAFINDAN SILDIRILMIS FAKAT IBRETI ALEM MAKSATIYLA BIR CAM BIRAKILMISMIŞ...

    şadırvanın hikayesi
    Ulu Caminin ortadaki kubbesinin altında havuzlu, 18 köşeli bir şadırvan bulunur. Ulu Cami’nin özelliklerinden birisi olan şadırvanın yapılma nedeni şöyle hikaye edilir: Cami yapımı için arazi istimlak edilirken, şadırvanın bulunduğu yerdeki toprak parçasının sahibi olan hanım, arazisini satmak istememiş ve arazi zorla alınmış. Ancak daha sonra, zorla alınan yerde namaz kılınmaz düşüncesiyle o yere şadırvan yapılmıştır.

    kabenin kapısı
    duvarında Yavuz Sultanın kendisine Mısır seferinde hediye edilen ve Ulucamiiye kendi elleri ile astığı Kabenin örtüsü bulunmaktadır.

    size dönen kabenin kapısı
    duvarda kabe resmi bulunur ve siz hangi istikametten ona bakarsanız ,kapısı size doğru dönük gibi gözükür.

    Hızır hikayesi
    somuncu baba caminin yapıldığı sıra buraya gelir işçilere hayrına somun dağıtırmış. somuncu baba bir gün gene orda ekmek dağıtırken(çok büyük zaat) hızır a.s orda olduğu fark etmiş kolundan tutup sen hızırsın anladım demiş eğer buraya gelip hergün namaz kılmanı istiyorum demiş eğer söz vermezsen burdaki herkeze senin hızır olduğunu sölerim demiş hızır a.s hergün geleceğine dair söz vermiş ama oda bi istekte bulunmuş hangi vakit geleceğimi bana kalsın demiş bunun üzerin hızır a.s ulu camideki vav harfinin önünde hergün gelip hangi vakit olduğunu bilmiyoruz ama orda namaz kılıyormuş.eğer birgün ulu camiye giderseniz namaz kılıcak olursanız mutlaka vav harfinin orda namaz kılın belki hızır a.s birlikte namaz kılarsınız


    vav resmi rivayeti

    http://haber7media.noc.com.tr/haber/haber7/photos/699420100120111530110.jpg

    Bursa'daki tarihi Ulu Cami'nin duvarında hat sanatıyla yazılmış, tezhiple süslenmiş ''vav'' harfinin önünde Hızır Aleyhisselam'ın namaz kıldığı rivayeti, vatandaşların yoğun ilgisini çekiyor.

    Rivayetin yaygın olması nedeniyle birçok kişi, dualarının kabul olacağı düşüncesiyle ''Vav'' tablosunun önünde namaz kılıyor, dileklerinin gerçekleşmesi için tablodan minik parçalar koparıyor.

    AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Sultan Yıldırım Bayezit tarafından 1396–1400 yıllarında yaptırtılan Ulu Cami, yaklaşık 600 yıllık geçmişiyle, inanç turizmi açısından büyük önem taşıyor.

    Mimarisi, ahşap işçiliği ve içindeki yazı sanatları bakımından önemli eserler arasında yer alan Ulu Cami'de bulunan hat sanatıyla yazılmış, tezhiple süslenmiş ''Vav'' harfi, halk arasında en fazla bilinen eser olarak dikkati çekiyor. Arapça ''Vav'' harfinin ucunda ayrıca lale motifi yer alıyor.

    Bursa Müftüsü Mahmut Gündüz, duvarda asılı tablo şeklindeki bu harfin önünde Hızır Aleyhisselam'ın namaz kıldığının rivayet edildiğini belirterek, ''Halk arasında bu rivayetin yaygın olması nedeniyle birçok kişi, dualarının kabul olacağı düşüncesiyle harfin önünde namaz kılıyor, dileklerinin gerçekleşmesi için minik parçalar koparıyor'' dedi.

    Gündüz, Allah'tan başka kimseye ibadet edilmeyeceğini belirterek, şöyle konuştu:

    ''Bu, bir batıl inanç. Dini olarak herhangi bir dayanağı yok. Rivayet bir bilgi. Doğru değil. Vatandaşlara anlatıyoruz ancak vazgeçiremiyoruz. Özellikle 'Vav' harfinin önünde namaz kılmak için Ulu Cami'ye gelenler oluyor. Sözle koruma sağlayamadık. Parça koparılmaması ve el sürülerek kirletilmemesi için tabloyu camla kaplattık.''

    camideki içkinin hikayesi
    Sultan Yıldırım Beyazıt camii bitince Emir Sutan Hazretlerine "camii nasıl oldu?,bir eksiğimiz var mı acaba?"diye sormuş. Emir Sultan da "Camii çok güzel oldu sultanım ama meyhanesi eksik kalmış."demiş. Yıldırım beyazıt o zamanlarda içki içiyormuş,bu cevaba çok şaşırmış ,üstelikte bunu söyleyen peygamberimizin torunlarından biriyken.. "Nasıl böyle birşey söylersin,hiç camiiye içki sokulur mu?Çok günah" demiş . İstediği dersi vermek üzere olan Emir Sultan cevap vermiş hemen.. "sultanım sen insanın yaptığı mağbete içki sokmaya günah diyorsun da,Yaradanın yarattığı bu vücuda içki yi nasıl sokuyorsun."demiş..


    hacivat ve karagöz hikayesi
    Daha birçok hikaye;Hangisini anlatmalı . Demirci Kambur Bali ustayı tanır mısınız. Ulucamii nin yapılışında çalışan ,arkadaşı Hacivat ile işçileri güldürdüğü için öldürülen ve Türk gölge oyunun en önemli karakteri olan bizi tanıdığımız ismi ile Karagöz'ü...


    hikayeye göre, karagöz ve hacivat, bursa da ki ulucaminin yapımında görevli iki işçidir. camiyi kısa sürede bitirmek zorunda olan işçiler var güçleriyle çalışmaktadırlar, çünkü padişah gelirde caminin bitmediğini görür ise başta ustabaşı olmak üzere bilcümle işçinin boynunun vurulma tehlikesi vardır. ama karagöz ve hacivat boş durmamaktadır ve sürekli atışmaktadırlar birbirleriyle. bu atışmalar o kadar eğlenceli olur ki diğer işçiler hatta çevrede ki halkta inşaatın yanına gelip onları dinler. tabi ki caminin yapımı aksar bu oyalanmalar nedeniyle. ve padişah seferden döner. caminin daha bitmediğini hatta yarısının bile yapılamadığını görür ve tahmin edebileceğimiz gibi çok öfkelenir. hemen sorumluların bulunmasını ister. herkes can derdindedir. karagöz ile hacivat ın atışmalarını çok seven işçiler ve ustabaşıda olmak üzere herkes bu çok konuşan ikiliyi suçlarlar. ve ferman verilir karagöz ile hacivat ın kellesi kesilecektir. ki kesilir. ve karagöz ile hacivat , türk temaşa sanatında ki efsanevi yerlerini alırlar.



    Ulu Cami… Bursa’nın simgesi… İslam dininin en yüksek mertebeli ibadethaneleri sıralamasında; Mekke’deki Mescid-i Haram, Medine’deki Mescid-i Nebevi, Kudüs’teki Mescid-i Aksa, Şam’daki Emeviye Camii’nden sonra beşinci… Evliya Çelebi’nin deyimiyle Bursa’nın Ayasofya’sı… Osmanlı’ya uzun yıllar başkentlik yapmış Bursa’ya Yıldırım Beyazıt’ın en güzel armağanı… Anadolu Türk mimarlığının en büyük ilk camisi… Erken dönem Osmanlı sanatının en önemli örneği… Ulu cami modelinin en gelişmiş şekli… Her köşesi eşit detaylandırılarak Osmanlı mimarisinin kullandığı genel etkiyi en iyi yansıtan abidevi eser…

    Osmanlı Devleti’nin dördüncü hükümdarı Yıldırım Beyazıt tarafından 1396- 1399 yılları arasında mimar Ali Neccar’a yaptırılan Bursa Ulu Cami, Osmanlı’nın çok sahnlı cami örneklerinden en mükemmeli. Yirmi kubbeli camide, on iki sütunlu yirmi bölüm var. 3180 metre karelik iç alanıyla oldukça büyük bir cami fakat bölümler ve sütunlardan dolayı azameti pek fark edilmiyor. Ortadaki camlı kubbe (aydınlık feneri), bir taraftan cami içinde bulunan şadırvanı örterken diğer taraftan da caminin aydınlanmasını sağlıyor.
    Restorasyon kapsamında onarımdan geçirilen şadırvanın farklı şekillerde anlatılan bir hikayesi var. Rivayete göre, caminin inşa edileceği yerdeki yapıların istimlâkı sırasında bir Yahudi kadın evini satmak istemeyince zorla alınmış. Gönül rızası olmadan alınan yerde namaz kılınmaz gerekçesiyle de evin yerine gelen kısımda şadırvan yaptırılmış…
    Bursa Ulu Cami, Türkiye’de bulunan 80 ulu camiden en bilinenidir ve ortasındaki şadırvanıyla da ünlüdür. Bir çok kişi sadece bu camide şadırvan olduğunu zanneder. Halbuki ulu camilerin ayırıcı özelliklerinden biri de içinde şadırvan bulunmasıdır. Yani şadırvan Bursa Ulu Cami’ne mahsus değil, diğerlerinde de var.

    Caminin mermer kaide üzerinde yükselen minarelerinde tuğla kullanılmış. Taş külâhlar ise 1889 yılına kadar ahşap üstüne kurşun kaplıymış. Bir yangında tahrip olunca bu tarihten sonra taş olarak yenilenmiş, üslûbunda da Barok kullanılmış… Hiç de iyi edilmemiş…

    Bursa Ulu Cami’nin içi bir hüsn-i hat sergisi gibi. Duvarlar ve kalın ayaklar hatlarla bezenmiş. Camiye girişte ilk dikkat çeken unsur olan bu yazı ve levhalar, zamanın ünlü hattatları olan Yesari Mehmet Efendi, Mehmet Aziz Efendi, Mehmet Şefik Bey ve Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin de aralarında bulunduğu 21 hattatın kaleminden çıkmış. Duvar ve sütunlarda 45’i levha, 87’si duvar yazısı olmak üzere 132 hat var. Bu hatlarda 3 adet sûre, 47 âyet, 3 ayrı tarzda Ayet’el- Kürsi, 14 hadis, 25’in üzerinde tesbihat ve Esma’ül- Hüsna yazıları, Allah (cc), Muhammed (sav) ve İslâm büyüklerinin isimleri, 2 adet şiir, 3 tane de beyit bulunuyor.
    Bir not: Onarım nedeniyle fotoğrafını çekemediğim büyük mihrapta, yanında hattatın kaleminin de asılı olduğu, Mevlâna Hazretlerini hatırlatan müsenna bir çift Allah Hû yazısı var. Mevlid-i Şerif’in yazarı Süleyman Çelebi bu mihrapta namaz kıldıran ilk imamlardan biri olmuş.

    Bursa Ulu Cami minberinin dünyada bir benzeri yok. Kündekâri tekniğiyle çivi kullanılmadan 6666 parçadan yapılan bu eser, ahşap sanatının güzel örneklerinden olup Selçuklu’dan Osmanlı’ya geçişi simgeliyor… Yan kanatlarındaki kabartma motiflerde, güneş sistemiyle kâinatı sembolize eden ve caminin en önemli birimi olan bu sanat harikasını maalesef çekemedim. Çünkü Haziran 2006’da başlayan restorasyon çalışmaları gittiğim tarih 17 Mayıs 2008’de halen devam ediyordu.

    Caminin yirmi kubbeli oluşunun bir hikâyesi var. Rivayete göre Yıldırım Beyazıt, Niğbolu Zaferi öncesinde savaşı kazanmak için dua etmiş ve yirmi cami yaptırmayı adamış. Zaferden sonra damadı Emir Sultan Hazretleri’nin tavsiyesiyle yirmi cami yerine yirmi kubbeli tek bir cami yaptırmış. 1402’deki Ankara Savaşı’nda Beyazıt’ın esir düşmesinden sonra Timur camiyi ahır olarak kullanmış, 1403 yılında Moğol Şeyhi Emir Bedrüddin yaktırmış, 1413’te Karamanoğlu Mehmet Bey’in kuşatması sırasında cami tekrar yanmış. Onarımınıysa, Beyazıt’ın oğlu Çelebi Mehmet gerçekleştirmiş ve cami 1421 yılında ibadete açılmış. 1855’teki büyük depremde 17 kubbesi çöken cami, onarılarak 1862 yılında tekrar ibadete açılmış. 1889 yangınında da hasar görmüş. Bütün bunlara rağmen günümüze kadar ilk dönemki ihtişam ve dokusunu koruyarak gelebilmiş. Bugünlerde de kapsamlı bir onarımdan geçirilen cami için Mehmed Muhyiddin Üftade Hazretleri bir beytinde; “Ey büyük cami veya ey büyüklerin toplandığı yer. Seni gece ve gündüz ziyaret edenlere müjdeler olsun.” Diyor…


    • Ulu Cami, Bursa’nın en görkemli camisidir ve en önemli tarihi yapılarındandır. Evliya Çelebi’nin ifadesi ile Bursa’nın Ayosofayası’dır.

    • Ulu Camii, Osmanlı Devleti’nin dördüncü hükümdarı Yıldırım Bayezıd tarafından mimar Ali Neccar'a 1396-1399 yılları arasında yaptırılmıştır. Rivayete göre Sultan, Niğbolu Zaferi öncesinde savaşı kazanmak için Tanrıya yalvarmış ve 20 cami yaptırmayı adamıştı. Zaferden sonra damadı Emir Sultan’ın önerisi ile 20 cami yerine 20 kubbeli tek bir cami yaptırmaya karar vermişti. Cami, zaferden elde edilen ganimet ile yapılacaktı. Ancak 1402’deki Ankara Savaşı’nda sultanın esir düşmesinden sonra Timur camiyi ahır olarak kullanmış, 1403 yılında Moğol Şeyhi Emir Bedrüddin yaktırmış, 1413’de Karamanoğlu Mehmet Bey’in kuşatması sırasında cami tekrar yanımıştı. Onarımı, Bayezıd’ın oğlu 1. Mehmet gerçekleştirdi ve cami 1421 yılında ibadete açıldı. 1 Mart 1855 tarihlerindeki büyük depremde 17 kubbesi çöken cami, onarım görerek 1862 yılında tekrar ibadete açılmış; 1889 yangınında da hasar görmüştür.

    Ulu Cami Manzarası:

    • Caminin iki minaresi vardır. Kuzeybatı köşede yer alan cami ile birlikte Yıldırım Bayezıd döneminde inşa edilmiş; kuzeydoğudaki muhtemelen Çelebi Mehmet tarafından yaptırılmıştır

    • 2215 metrekare alan kaplayan Ulu Cami, her biri dörder kubbeli 5 bölümden oluşur. Hemen hemen eşit büyüklükteki 20 kubbesinin ortasındaki kubbe açık olarak yapılmıştır. Telle örtülü bu orta kubbeden giren yağmur damlaları havuzda toplanır, ışık ise camiyi aydınlatırdı. Günümüzde kubbe camekanla kaplı olduğunda yağmur suyu toplama işlevini gerçekleştirmiş ama aydınlatma görevi devam etmektedir.

    • Ortadaki kubbenin altında havuzlu, 18 köşeli bir şadırvan bulunur. Ulu Cami’nin özelliklerinden birisi olan şadırvanın yapılma nedeni şöyle hikaye edilir: Cami yapımı için arazi istimlak edilirken, şadırvanın bulunduğu yerdeki toprak parçasının sahibi olan hanım, arazisini satmak istememiş ve arazi zorla alınmış. Ancak daha sonra, zorla alınan yerde namaz kılınmaz düşüncesiyle o yere şadırvan yapılmıştır. Şadırvanın 65 metrekareden ibaret olduğu düşünüldüğünde doğruluğu şüpheli bir hikayedir.

    • İçindeki şadırvan ve duvarlarında yer alan dev boyutlardaki yazılar , Ulu Cami’nin kendine özgü özellikleridir. Günümüzde Ulu Cami’de 21 hattat tarafından yapılmış 45 levha, 87 duvar yazısı bulunmaktadır. Ulu Cami’de günümüzde mevcut olan hüsn-i hat eserleri, Zafer İhtiyar’ın Bursa Ulu Cami: Bir Hüsn’ü Hat Sergisi adlı kitabında fotoğrafları, okunuşları, anlamları, yazılış tarihleri, hattatları ile tanıtılmaktadır.

    Aşağıdaki resimde Kuzey Cephedeki müezzinler odasının üstünde yer alan Maşallah yazısını görüyorsunuz.

    • Ulu Cami’nin Devaklı Abdülaziz oğlu Mehmet tarafından yapılan taç kapısı, sert ceviz ağacından hiç çivi kullanılmadan yapılmış minberindeki ağaç işçiliği birer şaheserdir. Minber, kainatı temsil eder. Üzerine güneş sistemi kabartma bir formla işlenmiştir. Gezegenler, güneşe uzaklıkları ve büyüklüklerinin oranları doğru olarak yerleştirilmiştir.
    • Hutbe’nin sağ tarafında yüksekçe bir yere asılan siyah örtü, Kabe kapısının örtüsüdür. Mısır Seferi’nden sonra halife olan Yavuz Sultan Selim, Mekke’de onarıma girişmiş, bu arada Kabe’nin örtüsünü İstanbul’dan gönderilen yeni örtü ile değiştirmiştir. Yavuz, eski örtüyü ise Bursa’ya getirtip Ulu Cami’ye hediye etmiş ve kendi elleri ile taşıyıp asmıştır. Saf altın iplik ile üzerine ayetler işlenmiş bu örtü, yüzyıllar boyu kararmadan kalmıştır ;ancak yapılan bazı hatalı restorasyonlar sounucu caminin rutubet alması üzerine işlemeleri dökülmüş olduğundan günümüzde ayetler ancak parlak ışık altında görülebilir.

    • Namaz kılma alanı bakımından Türk tarihinde yapılan en büyük camidir. (Süleymaniye, Sultanahmet gibi diğer büyük camilerin büyüklüğü duvarlarla çevrili avluları ile birliktedir. Ulu Cami ise alçak tavanlı, çok kubbeli ve sütunlu olduğu için daha küçük olduğu izlenimi verir ama gerçekte namaz kılma alanı en büyük camidir. )

    • Ulu Cami, kimi din adamlarınca İslam’ın 5. en yüksek mertebesindeki ibadethane olarak kabul edilmiştir. (İslam’da en yüksek mertebeli cami, Mekke’deki Mescid-i Haram, diğerleri Medine’deki Mescid-i Nebevi, Kudüs’teki Mescid-i Aksa, Şam’daki Emeviye Camii’dir. Beşincilik kimilerine göre Anadolu’da inşa edilen ilk cami olan Diyarbakır’daki Ulu Cami’ye aittir; ancak Emir Sultan, Akşemsettin, Molla Gürani gibi din adamlarının konuşmalarına göre beşincilik metresi Bursa’daki Ulu Cami’nindir.) Ulu Cami’nin kutsallığı, yapıldığı devirde din adamlarının ve evliyalarının gösterdiği ilgiden gelir (Yapılmasını teklif eden Emir Sultan; ilk namazı kıldıran Somuncu Baba; ilk cemaati Emir Sultan, Molla Fenârî, Yıldırım; ilk imamı Süleyman Çelebi; müezzinlerinden birisi Üftade)

    • Cami yapımı sırasında işçileri sürekli güldürerek yapımı geciktiren demirci ustası Kambur Bali Çelebi (Karagöz)’ün Yıldırım Bayezıd tarafından öldürtüldüğü çok sık tekrarlanan bir hikayedir.

    • Mevlit yazarı Süleyman Çelebi ömrü boyunca Ulucami’de imamlık yapmıştır. (Türbesi Çekirge’de, mezar taşı Muradiye’de bulunmaktadır.)

    • Ulu Cami hakkında geliştirilen çeşitli hurafeler vardır. (Kıble duvarındaki vav işaretinin yanında Hızır Peygamber’in bulunduğu, işaretin önünde namaz kılanların her duasının kabul olunacağı; caminin kuzeybatı penceresindeki parmaklıkların Davut Peygamberin demirleri olarak tanıtılması ve o parmaklıklara yapışarak dua edilmesi gibi).

    Savaş gazisi ARAP ŞÜKRÜ

    Savaş gazisi ARAP ŞÜKRÜ

    Arapşükrü Sokağı, Bursa'nın en ilginç turistik köşelerinden biri…

    Arap Şükrü şahsiyeti ise, Altıparmak'ta günümüzde Arapşükrü Sokağı adıyla anılan yerde yeni bir meyhane kültürü oluşmasına katkıda bulunan işadamı, asker.

    "Arapşükrü Sokağı" 1992'de Osmangazi Belediye Başkanı Erhan Keleşoğlu'nun girişimiyle turizm amaçlı eğlence yerleri olarak düzenlendi.

    Balık lokantaları, işkembe çorba ve paçacıları, yaz geceleri sokağa taşan masaları ve gezici saz takımlarıyla yerli ve yabancı turistlerin ilgisini toplamaktadır.

    Bursa'nın markaları ve değerlerinden biri, Arapşükrü Sokağı'dır.

    Birçokları Arapşükrü Sokağı'na adını veren Arap Şükrü'yü, sadece "Arap kökenli bir meyhaneci" olarak tanır. Açıkçası ben de böyle biliyordum. Oysa Arap Şükrü (Değişmez), Kurtuluş Savaşı gazisi bir paşa torunu…

    Savaş gazisi Arap Şükrü

    1893 yılında Selanik yakınlarındaki Vodina kazasında doğan Arap Şükrü "Arap" lakabını, dedesinin Yemen'de bir Arap kızıyla evlenmesi nedeniyle, almıştır.

    Dayısı Mahmut Zeki Paşa kendisini askeri okulda okutmuş ve subay olmuştur. Kurtuluş Savaşı'na katılan Arap Şükrü, savaşta süvari olduğu için "Akıncı Şükrü" olarak tanındı. İstiklâl Savaşı'nda savaşırken askeriyle Kütahya civarında esir düşmüştür.

    Arap Şükrü'nün gazi olduğunu, torunu Güzin Değişmez bile çok sonra babasından (Yılmaz Değişmez) öğrenmişti. 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda, televizyondaki askeri tören görüntülerini ayakta izleyip ağladığını hatırlayan Güzin Değişmez'e göre Arap Şükrü, İstiklâl Savaşı madalyasını öpüp başına koyuyormuş. Arap Şükrü'nün savaş anıları şöyle anlatmıştır:

    "Kütahya'da askeriyle esir düşünce, sürekli kaçmayı denerler. Günler sonra askerine, "Buradan hep birlikte kaçacağız, dikkatli olun, beni takip edin" der. Selanik'te doğduğu için çok iyi Rumca konuşmaktaydı.

    Yunan askeri yanına geldiğinde bir sigara ister ve karşılığında bir altın vereceğini söyler.
    Asker bir sigara verir, sonra altını almak ister o da altının postalının içinde olduğunu söyler. "Sigaramı yak, postalın içinden al" der. Asker sigarasını yakmaya kalktığı sırada onu alt eder. Daha sonra askerine "Koşun!" diye emir verir.
    Askeriyle esaretten kurtulma aşamasında arkalarından açılan ateşte kolundan yaralanır. Günlerce yürüdükten sonra bir göçebe obaya rastlarlar. Yörüklerden yardım isterler ama, üstleri paramparça olduğundan onların Türk mü, Yunan askeri mi olduklarını anlayamazlar. Soyunmasını isterler ki, Müslüman olup olmadıklarını anlamak isterler. Bu obada, kızgın yağla kolundaki yarayı yakıp daha sonra hastaneye ulaştırırlar.
    Hastanede kolunun kesilmesi gerektiğini söylerler. O da askerine "Asker, kolumu asla kestirmeyeceksin!" diye emir verir. Doktorlar da kolunu kesmeden tedavi eder. Savaş sonrasında da malulen emekli olur.

    Savaş sonrası günler

    Savaş sonrasında yolu onu Ayvalık'a götürmüştür. İlk lokantasını da burada açmış. Ayvalık'ta ilk eşi Servinaz Hanım'la evlenir. Bu evlilikten Nermin ve Nevin adında iki kızı olmuştur. Servinaz Hanım'la evlenme hikayesi de ilginç…

    Ayvalık'ta bir Arap kıza aşık olur, fakat o günlerde arkadaşlık imkansız olduğundan mektuplaşırlarmış. Arap kız mektuplarını o günlerde yeni yetişen Servinaz'a verip dedeme yollarmış. Arap Şükrü, Ayvalıklı Arap kızıyla mektuplaşırken, bu Arap kızı ile araları bozulmuş, mektuplarını taşıyan Servinaz Hanım’la evlenmiş…

    Kızları çok küçükken Bursa'ya gelmişler ve şimdiki Tayyare Kültür Merkezi'nin olduğu yerde Şar Kulübü işletmeciliği yapmış.

    Şar Kulüp, o günlerin ileri gelenlerinin gittiği özel, ayrıcalıklı bir kulüp. Ardından, o dönemde Yahudilik Çarşısı adıyla bilinen ve daha çok Yahudi kökenlilerin işlettiği meyhanelerin bulunduğu bugünkü ArapŞükrü Sokağı’nda 2.5 lira kirayla bir dükkân tutarak işletmeye başlar. Zemini toprak olan bu yerde kurufasulye, pilav, paça, işkembe çorbası türünde yemekler yapar. Bu dükkâna Bursa'nın civarından özellikle atlarla gelen müşteriler vardır.


    Arapşükrü Sokağı'na doğru

    Giderek ünlenerek işini genişleten Arap Şükrü'nün sekiz çocuğundan erkek olan beşi, 1960 yılında ölümünden sonra aynı işi sürdürerek bir sektör, bir marka oldu. Türk müziği ses sanatçısı Güzin Değişmez de torunudur.

    İlk eşi öldükten sonra Müyesser Hanım’la evlenmiş. İkinci eşi, aslında İstanbullu idi. Muradiye'de oturan teyzesinin evine misafir geldiği sırada; Selânikli sarışın, mavi gözlü, şapkalı, çiçek elbiseli bu modern kadını ilk gördüğünde âşık olmuş Arap Şükrü…

    Daha sonra evlenmişler. Evlendikten sonra Müyesser Hanım, bir gün eşiyle faytonla çarşıya gider. İstanbul'da yetişen Müyesser Hanım, çarşıda bir şapka beğenir: "Şükrü Efendi bir şapka almak istiyorum" der. Arap Şükrü de, kendisine ipek örtünün daha çok yakışacağını söyleyip taktığında, kendisi de çok beğenir.

    O günden sonra Müyesser Hanım, şapka yerine örtü kullanmaya başlar. Böylece, İstanbullu Müyesser Hanım da Bursa'nın şartlarına göre yaşamayı öğrenir… Arap Şükrü'nün Müyesser Hanım’la evliliğinden ise Yılmaz, Doğan, Ergun, Çetin, Ahmet, Melek adlı çocukları olmuştur.
    Çok yardımsever biri olarak tanınan Arap Şükrü, kışın kendi evlerine odun kömür gitmeden fakir evlere gönderdiği, hastası ya da yaşlısı olanlara muhakkak yiyecek gönderdiği söylenir.

    Toprak zeminli dükkândan, bugünkü renkli Arapşükrü Sokağı'na ulaşmasında büyük emeği olan Arap Şükrü ve çocukları, zengin balık kültürünü de geliştirmiştir.

    Arapşükrü Sokağı, aslında eski Yahudilik'tir.

    Yahudi Cemaati Başkanı İsak Ventura, Yahudilik'e Arapşükrü Sokağı denilmesine tepki gösteriyor. Aslında asırlardır Yahudilik olarak anılan bu mevkide her zaman meyhaneler vardı.

    Her iki isim ve kültür de Bursa için önemli ve yok olmaması gerekir.

    "Arapşükrü Sokağı", 1992'de Osmangazi Belediye Başkanı Erhan Keleşoğlu'nun girişimiyle turizm amaçlı eğlence yerleri olarak düzenlendi. Balık lokantaları, işkembe çorba ve paçacıları, yaz geceleri sokağa taşan masaları ve gezici saz takımlarıyla yerli ve yabancı turistlerin ilgisini toplamaktadır.

    Arap Şükrü Sokağı

    1324 yılında Bursa'nın Osmanlılar tarafından fethinden sonra; Orhangazi, Bursa'daki Musevilerin, bu sokakta yerleşmelerine ve burada ibadetleri için bir Sinagog yapmalarına izin verir. 1492 yılında İspanya'dan göçe zorlanan Yahudiler de, Padişah II. Beyazıt'ın isteği ile Bursa'da bu sokağa yerleştirilirler. Bu nedenle, yakın geçmişe kadar bu bölge "Yahudilik Mahallesi" olarak anılmaktadır.

    Sokak dokusu ve sivil mimarlık örnekleri korunmaktadır.

    Zaman içerisinde, Arap Şükrü olarak tanınan esnafın girişimi ile sokağın gelişimi başlamıştır. 1991 yılında Osmangazi Belediye Başkanı Erhan Keleşoğlu tarafından yeniden düzenlenerek araç trafiğine kapatılan sokak 2002 yılında Osmangazi Belediye Başkanı Hilmi Şensoy, sokak esnafının kurmuş olduğu Arap Şükrü Koruma ve Geliştirme Derneği ile Türk Tuborg firmasının ortak çalışması sonucu yenilenmiş haliyle, Haziran 2002 tarihinden itibaren hizmete girmiştir.

    Arap Şükrü Sokağı’nın tarihi biraz da Bursa’nın tarihidir. Bunu, adının dönemden döneme değişmesinden anlıyoruz. Resmi adı Sakarya Caddesi’dir. Yahudilik diye de anılmaktadır. 20. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak yeni bir oluşum sürecine giren sokak, yıldan yıla yayılıp genişleyerek günümüzdeki görünümüne bürünmüştür. Bursa’da yaşamlarını sürdüren 50-60 hane Yahudi nüfusun ibadete açık olan Geruş Sinagogu da bu sokaktadır. Arap Şükrü, Bursa gecelerinin sokağıdır. Bu gecelerde insanlar, yudum yudum Bursa’yı demlenir, içtenliğin gezintisine çıkarlar.

    Bursa’yı kuran bir vezir ailesi; KARA TİMURTAŞ ve OĞULLARI

    Bursa’yı kuran bir vezir ailesi;
    KARA TİMURTAŞ ve OĞULLARI


    Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda büyük katkıları olan çok sayıda önemli aile, Bursa’nın imarına da katkıda bulunmuştu. Çandarlı, Hacı İvaz Paşa, Lala Şahin Paşa ve Bayezid Paşa ile onların ailelerinin Bursa’da çok sayıda hizmetleri vardır.

    Apolyont Gölü üzerinde bulunan Gilyos Adası'nı zapteden Kara Ali, buradaki kilise papazının güzel kızı ile evlendi. Bursa’nın her köşesinde izlerini görebileceğimiz Kara Timurtaş’ın annesi işte bu papazın kızıymış...

    Bursa’nın fethinden sonra bir İslam şehri olarak Bursa’nın kurulmasında önemli etkisi olan ailelerin başında Kara Timurtaş ve oğulları gelir. Nitekim bugün bile, Bursa’da Kara Timurtaş oğullarının her köşede izlerini görebilirsiniz.

    Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda büyük katkıları olan çok sayıda önemli aile, Bursa’nın imarına da katkıda bulunmuştu. Çandarlı, Hacı İvaz Paşa, Lala Şahin Paşa ve Bayezid Paşa ile onların ailelerinin Bursa’da çok sayıda hizmetleri vardır. Bugün Bursa’da çok sayıda cami, hamam, türbe ile adlarına mahalle olan çok sayıda Kara Timurtaş oğlu var…

    Kara Timurtaş Paşa

    Osmanlı Devleti’nin kuruluş devrinde, Bursa’da dört tane Timurtaş Paşa vardı.

    Bunlardan ikisi çok ünlüydü. Bunlar, Çakırhamam önünde mezarı bulunan Gazi Timurtaş Paşa ile Demirtaş semtine adını veren Kara Timurtaş Paşa’dır. I. Murad ve I. Bayezıd döneminde yapılan savaşlarda önemli rol almış Kara Timurtaş, Kara Ali’nin oğludur. Dedesi ise Osman Bey’in silah arkadaşı Aykut Alp’tir. (öl. 1325)

    1310 yılında doğan Kara Timurtaş Paşa, Lala Şahin Paşa’nın ölümünden sonra Rumeli Beylerbeyi oldu. Süleyman Paşa ile Rumeli’nin fethine katıldı. Balıkesir’deki göçebeleri Rumeli’ye sürmüş ve yerleşmesini sağlamıştı. Şehzade Bayezıd’a lalalık etti ve birinci veziri oldu.

    Balkanlar’da yapılan savaşlara katıldı ve büyük yararlılıklar gösterdi. Timurtaş Paşa, Gemlik’i kuşatıp alınmasını sağlamıştı. Bir süre Karamanoğulları’nın Bursa’yı işgali sırasında tutsak düşen Paşa, daha sonra serbest bırakıldı. Kapıkulu süvarileri ve voynuk denilen askeri sınıfların kurulmasına ön ayak olmuştu. İlk kez belirli bir giysiyi askerlere giydirmişti. 1403 yılında Bursa’da yaşamını yitirdi. 1398 yılında öldüğü söylense de mezar taşında 1403 yılında öldüğü yazılıdır. Bursa’da kendi adını taşıyan mahallesindeki caminin yanına gömülmüştür. Bursa’da camisinin dışında hamam ve başka eserleri de vardır.

    Fatih, Timurtaş oğulları

    Osmanlı döneminin ilk deniz seferi, Gilyos Adası’nın fethi olarak kabul edilmektedir. Ancak bu adanın neresi olduğu bilinmemekteydi. Oysa bu ada, Ulubat(Apolyont) Gölü içindeydi. Kara Ali, 1303 yılında kendisine verilen bir askerî birlikle Apolyont (Ulubat) Gölü üzerinde bulunan Gilyos Adası'nı zaptetmiş, burada görevli bulunan papazı ailesiyle birlikte Osman Bey’e getirmişti. Osman Gazi de papazın güzelliği ile meşhur kızını Kara Ali Bey’le nikâhlamış. İşte bu papazın kızı, Kara Timurtaş’ın annesi, en az kendisi kadar ünlü dört ünlü oğlu Mehmet Çelebi, Yahşi Bey, Ali Paşa, Oruç Paşa ve Umur Bey’in ise büyük anneleri...

    Timurtaş oğullarının kültür hizmetleri

    Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Bey’den başlamak üzere, yapılan fetihlerde önemli rol oynayan ve devlet bürokrasisinde de en üst görev olan vezirlik makamına ulaşan Kara Timurtaşoğulları ailesi Bursa’nın kültür ve sosyal yaşamına katkı sağlamıştı. Özellikle II. Murat döneminde Timurtaş ailesi devlet içinde çok güçlü bir duruma gelmiş, aynı anda beş vezirin görev yaptığı divanına üç vezir vermeyi başarabilmişti. Timurtaşoğulları sadece devlet hizmetinde görev yapmamış, kendisi ve oğulları birçok vakıf kurmuştur.

    Timurtaş Paşa, sadece askerî seferlerde değil, ordu teşkilâtının kuruluşunda da Osmanlı devletine önemli katkılar sağlamıştı. I. Murat zamanında, Balkanlar’da Lala Şahin Paşa’dan sonra ikinci beylerbeyi olan Kara Timurtaş Paşa, Çandarlı Ali Paşa’ya kadar devam eden tek vezir uygulamasının kaldırılmasıyla ikinci vezir unvanını almıştı.

    Osmanlı egemenliği sağlandıktan sonra bazı askerî örgütlenmeler oluşturma kararı alınınca, Kara Timurtaş Paşa’nın önerileriyle tımarlı sipahilerde yeni bir yapılanma içine girmişti. Bu gelişmeler sırasında Timurtaş Paşa’nın önerileri doğrultusunda kapıkulu askerlerinden maaşlı süvari birliği kurulmuştu. Ayrıca savaş sırasında levazım sınıfı ile süvarilere yardım eden Voynuk sınıfı oluşturulmuştu. Ölen sipahilerin tımarlarının erkek evlâdına verilmesi yöntemi de, yine Timurtaş Paşa’nın önerisiyle uygulamaya konulmuştu.

    Kara Timurtaş Paşa’nın Yıldırım zamanında da ordu için yeni düzenlemeler yaptığı görülür. Timurtaş Paşa, bu dönemde askerlerin sayısı çok olması nedeniyle bir karışıklığa meydan vermemek için askerlerin sınıflarına göre tek tip giysi giymesini önermiş, onun önerisi sonucunda kapıkulu sipahilerine ve Enderun oğlanlarına ak külâh giydirilmiş, saltanat makamının ileri gelenlerine de kızıl börk giydirilmeye başlanmıştı.

    Ganimet malları

    Bursa’da yapılan cami, han, hamamların büyük bölümü, Rumeli’nde Hıristiyanlarla yapılan savaşlarda elde edilen ganimetlerle yapılmıştı. Savaş ganimetleri ise, Bursa’da bir kültür eserine dönüşüyordu. Ancak Timurtaş Paşa’nın ganimetlerinin büyük bölümü, Hıristiyanlarla savaştan değil, bir Türk ve Müslüman olan Karamanoğlu’yla yapılan savaş sonunda elde edilmişti.

    Osmanlı Beyliği’nin en güçlü rakiplerinden olan Karamanoğulları ile 1387 yılında yapılan savaşta Kara Timurtaş Paşa, Rumeli askerlerinin başında çarpıştı. Konya önlerinde meydana gelen savaşta Karamanoğlu Alaaddin Bey, ordugâhını terk edip kaçınca, onun bıraktığı bütün mallar, Kara Timurtaş’a verildi. İşte Timurtaş Paşa’nın Bursa’da yaptırdığı eserlerin büyük bölümü bu parayla yapılmıştı.

    Kara Timurtaş Paşa, 1389 yılındaki Birinci Kosova Savaşı'na katılmış, Şehzade Bayezid ile birlikte ordunun sağ kanadında komutan olarak görev yapmıştı. Yıldırım Bayezid döneminde de Sırplar’ın elinde bulunan tüm madenleri de ele geçirmişti.

    İlk Türkçü: Timurtaş Paşa oğlu Umur Bey

    Kara Timurtaş Paşa’nın dört oğlundan üçü: Oruç, Yahşi ve Umur Bey çok ünlüdür. Her biri için adına eserler ve mahalleler kurulu bulunan devlet adamları, Bursa’nın imarı için büyük hizmet vermiştir. Ancak bunlardan Umur Bey, hepsinden ünlü ve önemli bir devlet adamıdır.

    1421 yılında vezir olan Umur Bey, 1430 yılında Umurbey Mahallesi’ndeki cami, kütüphane, hamam ve müştemilatını yaptırmıştı. Ayrıca Tuzpazarı’nda kervansaray ve hamam, Edirne’de mescit, Bergama’da medrese, hamam, Biga’da cami, Afyon’da cami, medrese, kervansaray, hamam yaptırmıştı. 1460 yılında ölmüştür. Vakfiyesine göre Umur Bey, çok sayıda değerli kitap da vakfetmiştir. Ancak bu kitaplardan bugün bir iz yok.

    Bir de Hisar’da Umurbey Mescidi ve mahallesi vardı. Bugünkü Gemlik’e bağlı Umurbey beldesine adını veren Umur Bey, Pars Bey’in torunu, Yakup Bey’in oğludur.

    Umur Bey, adı duyulmamış eski bir Türkçüdür. Avuç dolusu altın vererek birçok tıp kitabını Türkçeye çevirtmiştir. Türk dili için birçok girişimlerde bulunan Umur Bey, o tarihe kadar tüm vakfiyeler Arapça iken, kendi vakfiyesini özellikle Türkçe yazdırmıştır. Bursa’da bulunan ilk Türkçe yazıt da bu kişinin yaptırdığı caminin kapısındaki yazıttır.